Aşkın Evrimi:Neden,Nasıl Aşık Oluruz..
Onu görürsünüz... Gözlerine baktığınızda, kokusunu duyduğunuzda, tenine dokunduğunuzda içiniz içinize sığmaz. Kalp atışlarınız hızlanır, yüzünüz pembeleşir, göğüs kafesiniz üzerinde bir yumru hissedersiniz, karnınızın burulduğunu, içerisinde "kelebeklerin uçuştuğunu" hissedersiniz. Eğer etki yeterince güçlüyse dizleriniz zayıflar ve ağırlığınızı taşıyamamaya başlar. Terlersiniz, gözbebekleriniz büyür. Koltukaltlarınızdan ve cinsel organından etrafa giderek artan ter kokunuz ile birlikte az miktarda feromon saçmaya başlarsınız. İştahınız kapanır ve mideniz ile bağırsaklarınız daha yavaş çalışmaya başlar. Ağzınız kurur, erkekseniz penisiniz sertleşir, dişiyseniz vajinanız ıslanır ve kabarır. Beyninizin aktivitesi artar, vücut, var olma amacını gerçekleştirmek üzere hazır hale getirilir. Siz, aşıksınızdır.
Evet,
aşkı tanımlamak konusunda edebiyatçılar ve filozoflar kadar başarılı
değiliz ve toz pembe bir tanımlama yapamıyoruz. Ancak hepsinden daha
gerçekçi olduğumuzu ve konuyla ilgili bilimsel gerçekleri bu makalemizde
ortaya koyabileceğimizi rahatlıkla iddia edebiliriz.
Bildiğiniz
gibi aşk konusunda binlerce yıldır binbir şiir yazılmış, methiyeler
dürülmüş, efsaneler uydurulmuş, masallar söylenmiş ve aşkın gücü,
kulaktan kulağa, "kalpten kalbe" tüm Dünya'yı avuçları içerisine
almıştır (şimdi biraz daha edebi oldu, ne dersiniz?). Peki tüm bu
gerçeklikten uzak benzetmeler bir yana, sahiden, aşk nedir? Neden aşık
oluruz? Daha önemlisi, evrimsel süreçte aşk gibi bir duygu neden
geliştirilmiş, korunmuş ve desteklenmiştir? Bu bağlamda, sadece biz mi
aşık oluruz? Diğer hayvanlar da aşık olur mu? Aşkın sevgiden farkı var
mıdır ve varsa nedir? Bu makalemizde, bu sorulara cevaplar arayacağız.
İlk
olarak, dediğimiz gibi aşk, esasında hiç de edebi kitaplarda ele
alındığı gibi büyülü bir mekanizmaya sahip değildir, aksine, oldukça
sıradan ve mekanistik bir duygudur. Elbette insanların bu duyguyu
abartmaları ve kültürel evrimleri dahilinde harmanlamaları son derece
doğaldır, buna kimse laf etmemeli. Ancak iş bilim oldu mu, artık bu içi
pek de dolu olmayan tanımlamalardan sıyrılarak gerçeği ele almak
şarttır.
Aşk Nedir?
Aşkın bilimsel arkaplanını anlamak isteyen biri, ilk olarak şunu anlamalı ve kabullenmelidir: aşk, diğer tüm bedensel olaylar gibi, tamamen biyokimyasal bir süreçten ibarettir ve hiçbir maddeüstü anlam taşımamaktadır! Çoğu
zaman insanların bunu kabul etmekte zorlandığını görüyoruz, çünkü aşkın
edebi ve felsefi boyutları içerisinde kaybolmuş, gerçeklikten bağlarını
koparmış olmaktadırlar. Ancak gerçek, son derece yalın bir şekilde
gözümüzün önündedir: aşk, tüm diğer duygular gibi nöral (sinirsel) ve
hormonal yolaklar aracılığıyla açıklanabilmektedir. Bunu zaten bu
yazımızda izah edeceğiz.
Aşkın bilimsel arkaplanıyla ilgili anlamamız gereken, belki kimilerine aptalca gelebilecek kadar sade bir gerçek daha vardır: aşk, kalp ile ilgili bir duygu değildir ve diğer bütün duygular gibi aşk da, sadece ve sadece beyinde meydana gelmektedir. Gerçekten
de bunu söylemek ve savunmak bile aptalcadır ancak eski Pagan
geleneklerinden kalma sebeplerle günümüzde birçok inanç sistemi ve inanç
sistemlerinden bağımsız olarak insan grupları, aşkın kalpten
kaynaklandığı gibi çocukça bir yanılgıya saplanıp kalmışlardır. Bilime
düşen ise gerçeği ortaya koymaktır. Aşk da dahil olmak üzere istisnasız her duygu beyinde üretilir, beyinde algılanır ve beyinde sonlanır. Beyinde
olan bu süreçler diğer organları etkileyebilir; ancak yaşanan
duyguların kendilerinin bu etkilenen organlarla (örneğin aşkın kalple,
kaslarla, bağırsaklarla) hiçbir alakası yoktur. Bunu açıkça ve son defa
belirtelim.
Şimdi, gelelim aşkın tanımına... Dünyaca ünlü Merriam-Webster sözlüğünde oldukça yalın bir şekilde tanımlanmaktadır:
Aşk, güçlü bir bağlılık hissi ve kişisel bağlanma duygusudur. Türkçede
biz bu duyguyu sevgi ve aşk diye iki kategoride incelesek de,
İngilizcede böyle bir ayrım bulunmamaktadır ve her tür sevgi için "aşk"
sözcüğü kullanılmaktadır. Dolayısıyla, aşkın sadece cinsiyetler arası
sevgi olarak düşünülmemesi gerekir. Ancak biz Türkçe anlatımda
bulunduğumuza göre, buradaki "aşk"tan kastımızın cinsiyetler arası yoğun
sevgi, yani günlük hayatta kullandığımız "aşk" olduğunu belirtmek
isteriz.
Aşkın Evrimsel Temelleri
Aşk,
diğer tüm duygular gibi sıradan ve yaygın bir duygu olduğuna göre,
biyolojik olarak incelenebilmesi gerekmektedir. Bilimsel olarak aşkın
temellerine baktığımızda, edebi ve felsefi eserlerdeki kulağa hoş gelen
iddiaların aksine, aşkın son derece sıradan bir olgu olduğunu görürüz.
Esasında
aşkı sadece tek bir bilim dalı incelememektedir ve farklı açılardan ele
alınabilmektedir. Örneğin aşkı inceleyen bilim dalları arasında
evrimsel psikoloji, evrimsel biyoloji, antropoloji ve sinirbilim
bulunmaktadır. Biz burada yalnızca evrimsel biyoloji ve sinirbilim
açısından ele alacağız; böylece gözümüzde bu kadar büyütmekten
hoşlandığımız bu duygunun bilimsel temellerini de öğrenmiş olacağız.
İlk
olarak, aşkın neden evrimleştiğini anlamakta fayda görüyoruz. Bu
sayede, aşık olduğumuzda vücudumuzda meydana gelen değişimlerin
nedenlerini daha kolay anlayabileceğiz.
Evrimsel
açıdan bakıldığında, aşkın evrimleşmesinin arkasındaki nedenleri tam
olarak bilmek ne yazık ki mümkün değil. Ancak günümüzdeki hayvan
türlerinin sevgi anlayışlarına ve insanlarınkinin sevgi anlayışına
bakarak ve bunlar arasındaki paralellikler ile zıtlıkları analiz ederek,
davranışsal bir evrim süreci belirlemek mümkün olabilmektedir.
İlk bakışta, aşkın evrimleşmesinin en kritik nedenlerinden birinin seks olduğu
görülecektir. Çünkü bütün canlılar hayatta kalmak ve üremek üzerine
kurulu bir genetik yapıya sahiptirler; insandan, bakteriye kadar. Bu
yolda, hayatta kalma veya üreme başarısını arttıracak her unsur ve
yöntem, bir avantaj olacak, bu sebeple doğal süreçler içerisine
seçilecektir. İşte aşk da, cinselliği sağlaması ve garanti altına alması
açısından önemli bir unsurdur. Bunu, empati ve bağ kurma gibi ikincil duyguları barındırarak yapar.
Hayali
bir ortam düşünelim: Bu ortamda A grubu ve B grubu bulunsun. İki grupta
da 200'er birey bulunsun. Bu 200'er bireyin 100'eri erkek, 100'eri dişi
olsun. A grubunda, empati, bağ kurma, sevgi ve nihayetinde aşk gibi
duygular bulunacak olsun. B grubunda ise bu duyguların hiç bulunmadığını
varsayalım. Bu durumda, iki grup serbest bir şekilde bırakıldığında,
üreme başarıları evrimsel açıdan aşkın neden evrimleştiğine dair
fikirler verecektir: Muhtemelen, birbirine karşı empati, sevgi ve aşk
duyan popülasyonlarda, kendisine uygun gördüğü bireye karşı saplantı
duyma, arzulama ve aşk duyma gibi hisler, nihayetinde cinsel başarıyı da
getirecektir. Diğer grupta ise, tamamiyle rastlantısal olacak olan
çiftleşme, belki de birbiriyle uyumsuz bireylerin çiftleşmesi ihtimalini
arttıracak, bu da popülasyonun geleceğini tehlike altına alacaktır.
Yani aşk, seksin önünü açan ve onu garantileyen bir mekanizma olarak
evrimleşmiş olabilir.
Ancak, burada kritik bir nokta bulunmaktadır: Arkaplan. Bir
kişiye aşık olup olmayacağımızı seçememekteyiz. Bunun neden olduğunu
hiç düşündünüz mü? Bir erkek olduğunuzu düşünelim: Bir dişiye aşık
olduğunuzda, öncesinde durup düşünür müsünüz? "Burnu 30 derece eğime
sahip, gözleri birbirinden 5 santim ayrık ve mavi renkte, saçları 56
santimetre uzunluğunda ve sarı, boyu 1.66 ve kilosu 55. Bu kız tam bana
göre!" diye? Elbette hayır. Tek bir bakış bile, beyninizin anında tek
bir bireye saplanıp kalmasına neden olabilmektedir. Zaten evrimsel
avantaj da buradan kaynaklanmaktadır: Rastgele, imkan olan ortamda
cinsel başarıya ulaşmaktansa, o cinsel başarıyı sağlayacak unsurları
yaratmanıza neden olacak bir duygunun evrimleşmesi son derece
avantajlıdır.
İşte
"arkaplan" dediğimiz unsur, aşk dahilinde bu yüzden önemlidir. Sizin
kime aşık olacağınızı, biyolojik ve kültürel arkaplanınız
belirlemektedir. Biyolojik yapınız, yani genetik ve gelişimsel
özellikleriniz sizin ilk bakıştaki tercihlerinizi belirlemede rol
oynamaktadır. Kültürel özellikleriniz ise, aşık olacağınız kişilerin
sizin için sosyal anlamda ne kadar uygun olduğunuzu belirlemenizi
sağlayacaktır. Kimi zaman ilk bakışta çok güzel/yakışıklı bulduğumuz
kişilerden, onlarla konuştuktan ve sosyokültürel durumunu anladıktan
sonra soğuyabiliriz. Tam tersi şekilde, ilk bakışta beğenmediğimiz
kimselerle konuştukça, onlara aşk duyduğumuzu fark edebiliriz. İşte
beyniniz, tüm bu süreçler olurken, sizin sosyal-biyolojik arkaplanınız
ile söz konusu şahsın arkaplanı arasındaki uyumluluğa bağlı olarak aşk
duygusunu, sizin kontrolünüzden tamamen bağımsız olarak
gerçekleştirebilmektedir. Kişisel zevklerimizin, genetik ve çevresel
birçok unsurdan ötürü birbirinden tamamen farklı olması, aşkın
hedeflerinin de tamamen farklı olmasına neden olmaktadır. Bu yüzden kimi
zaman çiftleri birbiriyle yakıştıramaz ve birbirlerine layık görmeyiz;
ya da tam tersi şekilde birbirlerine uyumlu buluruz.
Dolayısıyla,
evrimsel açıdan bakıldığında, A ve B grupları arasındaki başarılı
çiftleşme oranı kıyaslanacak olursa, A grubunun daha başarılı yavrular
üretebilmesi çok daha muhtemeldir. Belki B grubu da başarılı
olabilecektir (sonuçta üremeyi başarmaktadırlar); ancak A grubunun
yavruları, nesiller geçtikçe, B grubundan daha üstün olabilecektir.
Bunun da çok basit bir nedeni vardır: cinsel seçilim.
Türümüzün dişileri ve erkekleri, birbirlerini belli özelliklerine göre
seçmektedirler ve kendilerine uygun buldukları özelliktekilerle
çiftleşmeyi tercih etmektedirler. İşte bu, evrimin cinsel seçilim
mekanizmasıdır. Beyin bakımından oldukça gelişmiş bir hayvan türü olarak
insanda, bu seçilim sadece fiziksel özelliklere göre değil, daha önce
de açıkladığımız gibi arkaplan bilgilerimize bağlı olarak da
yapılmaktadır. Ancak ne olursa olsun, ortada bir seçim vardır ve bu
seçim, evrimsel süreçte gelecek nesillerdeki bireylerin (yavrularımızın)
genetik yapısına doğrudan etki etmektedir.
Bu
sebeple, cinsel seçilimin etkili olmadığı, yani cinsiyetlerin
birbirlerini herhangi bir öncül koşula bağlı olarak seçmedikleri,
rastgele çiftleşen türler bile günümüzde hayatta kalabilmektedir; ancak
birçok türde cinsel seçilim etkilidir. Bunun sebebi, aşk, sevgi ve
bağlılık duygularının popülasyonun cinsel başarısını arttırıyor olması
olabilir.
Öte
yandan, aşkın sadece cinsel başarı için evrimleşmediğini düşünen birçok
bilim insanı da bulunmaktadır. Zira hem insan, hem de diğer hayvan
türleri incelenecek olursa, her aşkın sonu, seks ile bitmemektedir
(büyük bir çoğunluğu sonunda buna ulaşıyor olsa da). Benzer şekilde her
seks, aşk duygularını beraberinde taşımamaktadır. Örneğin çiftleşme
sonrası erkeğinin kafasını kopararak yiyen dişi mantisin veya benzer
şekilde üreme sonrasında erkeğini öldüren bir karadulun o sırada pek de
aşk dolu duygular beslemediği aşikardır (eğer ki mantislerin aşk
anlayışı bizden çok farklı değilse tabii). Bu durumda, aşkın evrimsel
geçmişinde başka bir sebep daha yatıyor olabilir.
Bağ... Evrimsel
süreçte, özellikle toplumsal bir yapıya sahip olan sosyal türlerde,
popülasyonu bir arada tutan en önemli özelliklerden biri, bireyler
arasında oluşan bağlardır. Ebeveyn ile yavru arasında, benzer dönemde
doğmuş bireyler (genelde kardeşler ve yaşıtlar) arasında, erkekler ve
dişiler arasında oluşan bağlar, sosyal yapıyı güçlendirmekte ve evrimsel
olarak avantajlı bir konuma geçilmesini sağlamaktadır. Ayrıca bu bağ
duygusu, empati duygusunu da beraberinde getirmekte, böylece
bencil ve bireysel davranan bireyler yerine, bir bütün olarak hareket
edebilen türler evrimleşebilmektedir. Dolayısıyla türün devamlılığı ve
gücü açısından aşk duygusu önem arz etmiş olabilir. Rastgele çiftleşen
bireylerde, ebeveynleri ile yavrular arasındaki sevginin farklı bir
forma dönüşmesi, cinsiyetler arası sevginin evrimleşmesine neden olmuş
olabilir. Çünkü özellikle ebeveyn ile yavru arasındaki sevgi, karşılıklı
bir gizli çıkar ilişkisine dayanmaktadır. Her ne kadar "anne sevgisi",
kültürel yapımız içerisinde "yüce" olsa da, evrimsel ve bilimsel açıdan
oldukça çıkarcı bir ilişkinin ürünü olarak gelişmiştir: Anne, yavrusuna
bakarak kendisinin daha ileriye götüremeyeceği genlerinin, gelecek
nesillere aktarılmasına katkı sağlamış olur. Yavruysa, annesi tarafından
bakılarak, diğer yavrulara göre avantajlı konuma geçebilir. Böylece hem
yavru, hem anne evrimsel açıdan kazanmış olur.
Dolayısıyla
aşkın evriminin temelleri, cinsel güdüler ve toplum bireyleri
arasındaki bağın, türün devamlılığına katkı sağlıyor olmasına
dayanmaktadır diyebiliriz.
Aşkın Sinirbilimsel Temelleri
Aşkın sinirbilimsel temelleri, bize o sırada neleri, neden hissettiğimize dair çok net veriler sunmaktadır. Öncelikle, aşkın diğer tüm duygular gibi tamamen hormonal bir sürecin sonucunda vücudumuzda oluşan tepkilerin toplamında hissedilen bir duygu olduğunu hatırlayalım. Yani aşkı anlamak istiyorsak, arkasındaki nörokimyasal temelleri anlamamız gerekmektedir.
Bilimsel açıdan baktığımızda, aşk duygusuna neden olan temel hormonlar ve kimyasallar olarak karşımıza sinir büyüme faktörü, testosteron, östrojen, dopamin, norepinefrin (noradrenalin), serotonin, oksitosin ve son olarak vazopressin çıkmaktadır.
Görülebileceği gibi aşkın bize karmakarışık hisler yaşatmasının nedeni,
oldukça karmaşık bir hormonal dengeye dayalı olmasıdır.
Şimdi,
evrimsel biyoloji ile ilgili açıklamalarımızdan da yola çıkarak,
kendimize uygun gördüğümüz (biyolojik veya kültürel olarak) bir bireyle
karşılaştığımızda, bu sayılan hormonların vücudumuzda ne gibi değişimler
yarattığına bir göz atalım:
Testosteron: Özellikle
ilk aşık olma anında ve yakın çevresinde etkili bir cinsiyet
hormonudur. İlgi duyduğunuz cinsiyete karşı şehvet ve istek duymanıza,
bu cinsiyeti arzulamanıza neden olur. Dişilerde az miktarda bulunur ve
bu görevleri vardır; ancak bunun haricinde erkeklerde, aşkın ilk
evrelerinde penisin ve testislerin muhtemel bir cinsel birleşmeye
hazırlanmasını sağlar. Cinsel dürtü uyandıran bireylere karşı penisin
dikleşmesine neden olur.
Östrojen: Özellikle
ilk aşık olma anında ve yakın çevresinde etkili bir cinsiyet
hormonudur. İlgi duyduğunuz cinsiyete karşı şehvet ve istek duymanıza,
bu cinsiyeti arzulamanıza neden olur. Erkeklerde az miktarda bulunur ve
bu görevleri vardır; ancak bunun haricinde dişilerde, vajinanın ve döl
yatağının olası bir cinsel çiftleşmeye hazırlanmasını sağlar. İlgi
duyulan bireye karşı vajinanın ıslanmasına neden olabilir.
Sinir Büyüme Faktörü: Aşk
hormonları arasına göreceli olarak yeni katılan bu kimyasal, özellikle
ilk aşık olduğumuz zamanlarda hızla artışa geçmekte, 1 seneden sonra ise
kademeli olarak azalmakta ve eski haline dönmektedir. Dolayısıyla bilim
insanları, gerçekte aşkın ömrünün 1-2 sene civarında olduğunu
düşünmektedirler. Bu da esasen mantıklıdır; zira insanın tek bir bireye
takılı kalması, evrimsel çeşitlilik önünde engel arz etmektedir. Ne var
ki insanın kültürel yapısı, onu tekeşli bir sosyal yaşantıya itmiştir;
bu sebeple ilk zamanki gibi bir aşk duygusu olmasa bile çiftler hem
sosyal sorumluluklar nedeniyle, hem de birbirlerine duydukları bağlılık
ve sevgi/saygı ilişkilerinden ötürü onlarca yıl birlikte
kalabilmektedir. Ancak tekrar etmek gerekir ki, hem insan, hem de yakın
akrabaları, sosyal olarak tekeşli olsalar bile, cinsel olarak çokeşli
olacak şekilde evrimleşmiş türlerdir.
Dopamin: Sinirsel
bir iletim kimyasalı olan dopamin, salgılandığı zaman vücutta mutluluk
ve huzur hislerini uyandırır. Bireye ek bir enerji ve dikkat katar. Bu
sayede, aşık olunan birey üzerine odaklanılır ve ona ulaşılmak için
gereken ek enerji ve dikkat sağlanabilir. Bu da, evrimsel açıdan ileri
sürülen argümanları desteklemektedir. Ayrıca, aşık olmaktan
hoşlanmamızın sebebi, bu güzel duygulardır. Çeşitli uyuşturucu ve
sakinleştirici ilaçların yarattığı etkiyle aynı etkiye neden olur.
Noradrenalin: Aşık
olduğumuzda duyduğumuz strese karşı salgılanan bir hormondur. Stres,
birey üzerinde oluşturulan her türlü çevresel baskıdan kaynaklanabilir
ve aşk, bu baskılardan sadece biridir. Ancak noradrenalinin salgılanması
sebebiyle kalp atışları hızlanır, dudaklar ve ağız kurur, kaslara giden
kan artar, mide ve bağırsak kasları gevşer. Bu da yine, olası bir
çiftleşmeye hazırlık evresi olarak görülebilir. Ancak daha önemlisi,
aşkın tarih boyunca hep kalp ile eşleştirilmesi yanılgısının ana sebebi
budur. Noradrenalin nedeniyle, aşık olduğumuzda kalbimiz hızlandığından
ve midemizdeki kaslar gevşediğinden, "kalp ile aşık olduğumuzu" ve
"karnımızda kelebeklerin uçuştuğunu" hissederiz. Bu, bilimsel olarak
saçmalıktır. Aşık olan tek organ beyindir.
Serotonin: Başlıca
mutluluk hormonu olan serotonin, aşkın da temel hormonları arasında yer
almaktadır. Ancak serotonini aşk açısından özel kılan, bu mutluluk
hissinden çok, obsesif-kompulsif davranış bozukluğuna sahip, bir diğer
deyişle "takıntılı" insanlarda bu hormonun aktivitesindeki sorundan
kaynaklanan bir açıklamanın bulunuyor olmasıdır: Aşık olduğumuzda, tek
bir kişiden başkasını düşünememe sebebimiz, serotonin düzeylerindeki
dalgalanmadır. Kısaca aşık olduğumuzda, tıpkı ciddi bir hastalık olan
obsesif-kompülsif davranış bozukluğunda olduğu gibi, takıntılı bir hal
alırız. Bu da yine, arzulanan hedefe ulaşmak için evrimsel avantaj
sağlayan bir hormonal düzenlemedir.
Oksitosin: Sinir
Büyüme Faktörü'nde aşkın ömründen biraz bahsetmiştik ve teknik olarak
aşkın bitmesine rağmen çiftlerin genelde uzun yıllar bir arada
kalabildiklerini söylemiştik (esasen birçok ülkede evliliğin ortalama
süresi 7-10 yıl olarak verilmektedir). İşte bu uzun süreler birlikte
kalabilmemizi sağlayan, aşkın bir diğer unsuru olarak gösterdiğimiz bağ duygusudur.
Oksitosin, bağlılık duygumuzu güçlendirerek eşimizden ayrılmamamızı
sağlamaktadır. Oksitosin seviyesinde anormallikler olan bireylerin
evliliklerinin de başarısız olduğu düşünülmektedir. Ayrıca oksitosinin
ebeveyn-yavru ilişkilerinde de üst düzeylerde salgılanıyor olması, aşkın
evrimsel kökenleriyle ilgili argümanlara destek olmaktadır. Bunun
haricinde oksitosin, yanı zamanda cinsel orgazm sırasında da doruk
düzeyde salgılanmaktadır. Bu da, aşk ile cinsellik arasındaki bağ
hakkında fikirler vermektedir.
Vazopressin: Tıpkı
oksitosin gibi vazopressin de uzun dönem bağlı kalmayı sağlayan
hormonlardan biridir. Ebeveyn-yavru arasında kurulan ve ömür boyu
sürmesinin avantajlı olduğu bu bağlar, cinsiyetler arasında da
kurulduğunda, toplumsal bir başarı ve istikrar sağlanabileceği
düşünülmektedir. Bu sebeple evrimsel süreçte bu tip bir bağlılık
duygusunun evrimleştiği düşünülmektedir. Ayrıca vazopressin, seks
sonrasında salgılanmaktadır.
Dolayısıyla,
aşkın evrimsel ve biyolojik kökenlerine bakıldığında, son derece
sıradan ve anlaşılır bir duygu olduğunu görebiliriz.
Elbette
kültürel evrimimiz dahilinde aşka ve diğer duygulara anlamlar
yüklememiz son derece olağandır. Ancak bunları abartarak, bilime dahil
etmeye çalışmak, akıl dışı olacaktır. Tüm bunları, aklınızın bir
köşesinde bulundurarak, ömrünüzü aşk dolu yaşamanızı dileriz.
Yazan: ÇMB (Evrim Ağacı)
Kaynaklar ve İleri Okuma:
- Aron, Arthur. "Why do we fall in love?" Discovery Health. ttp://health.howstuffworks.com/relationships/love/why-do-we-fall-in-love.htm
- Economist. "I get a kick out of you." February 12, 2004.http://www.oxytocin.org/oxytoc/love-science.html
- EurekAlert! "Brain network links cognition, motivation." August 19, 2010. http://www.eurekalert.org/pub_releases/2010-08/wuis-bnl081910.php
- Gusatella, Adam J., et al. "Intransal arginine vasopressin enhances the encoding of happy and angry faces in humans." Biological Psychiatry. June 15, 2010. http://www.biologicalpsychiatryjournal.com/article/S0006-3223%2810%2900243-X/abstract
- Johnson, Steven. "Emotions and the Brain: love." Discover. May 2003. http://discovermagazine.com/2003/may/featlove
- Pettifor, Eric. "Beyond dichotomies: health and values in Maslow's holistic dynamic theory." Personality and Consciousness. Accessed August 30, 2010. http://pandc.ca/?cat=abraham_maslow&page=beyond_dichotomies
- The American Physiological Society. "Love really is 'all in your head,' though intense romantic love looks more like the brass ring than a bouquet of roses." May 31, 2005.http://www.the-aps.org/press/journal/05/9.htm
"Mersin Üniversitesi Haber Portalı"