YAŞASIN KOMÜN, YAŞASIN DEVRİM
Arkadaşlarım,
Yeni bir yıla giriyoruz. Bugüne dek burjuvazi bize, yeni bir yıla eğlenerek, kumar oynayarak, içki içerek… yani, gerçek sorunlarımızdan olabildiğince uzak, tüm sorunlarımızdan kaçarak girmeyi öğretti ve öğütledi. Radyosu, TV’si, basını ile bizleri hep bu yönde koşullandırdı. Geçmişi unutmak, çelişkilerimizin üstünü örtmek, hiçbir şey üzerinde ciddiyetle düşünmeden, hesaplaşmadan yeni yılın yolunu tutmak.
Yeni bir yıla giriyoruz. Bugüne dek burjuvazi bize, yeni bir yıla eğlenerek, kumar oynayarak, içki içerek… yani, gerçek sorunlarımızdan olabildiğince uzak, tüm sorunlarımızdan kaçarak girmeyi öğretti ve öğütledi. Radyosu, TV’si, basını ile bizleri hep bu yönde koşullandırdı. Geçmişi unutmak, çelişkilerimizin üstünü örtmek, hiçbir şey üzerinde ciddiyetle düşünmeden, hesaplaşmadan yeni yılın yolunu tutmak.
Biz, bir yılın bitmek, yeni bir
yılın başlamak üzere olduğu bu gece, öyle yapmayacağız;
burjuvazinin tuzağına düşmeyeceğiz.
Biz, bilincimizi kendi sınıf
çıkarlarına hizmet doğrultusunda biçimlemeye çalışan
burjuvaziye, siyasi iktidar ortağı toprak ağalığına ve
yardakçılarına hesap sorarak, her türlü yoz etkilerden
silkinerek yanlışlarımızı, zaaflarımızı, eksiklerimizi
ciddiyetle ele alarak, yeni yıla hesaplaşma temelinde adım
atarak girmek istiyoruz. Bayramlarda, doğum günlerinde,
evlilik yıldönümlerinde de böyle yapmalıyız. Çünkü biz,
ancak hatalarımızı doğru saptayabilirsek,
hatalarımızdan kurtulma doğrultusunda cesaretli
davranabilirsek, hedefimizi bir proleter devrimcisine
yaraşır biçimde tayin edebilirsek halkımıza yararlı
olabileceğimize inanıyoruz. Geçmişle hesaplaşmadan yeni
yılın yolunu tutamayız.
Sevgili arkadaşlarım, neden buradayız, hiç düşündünüz mü?
Gerek siyasi, gerekse toplumsal suçlardan olsun, burada bulunmamızın temel ve tayin edici nedeni, sömürüye, insanın insana kulluğuna dayanan, varlığını emekçi kitleler ve geniş halk yığınları üzerinde baskı kurarak koruyabilen köhnemiş, yarı sömürge, geri kapitalist düzenin bizzat kendisidir. Bu düzende suç işlememizin toplumsal, ekonomik, siyasal, psikolojik bütün koşulları vardır. Bizi yargılayanların, hiçbir zaman gerçek suçluları, yani suçun esas kaynaklarını yargılamayı düşünmediklerini biliyoruz; düşünemezlerdi de. Çünkü onlar —birkaç istisnanın dışında— genellikle düzeni korumakla —dolayısıyla kendi varlıklarını korumakla— görevlidirler. Onlar, tavuk çalanı aşağılayarak “hırsız” diye suçlarken, bir kalem oyunu ile milyonları yutanı “beyefendi” diye selamlarlar. Onlar, başlık parası veremediği için kız kaçıran adamı “namus düşmanı” diye damgalarken, lüks randevu evlerinde parayla “namus” satanları “saygıdeğer” olarak nitelerler. Onlar, bir öfke anında istemeden adam öldürmüş insanları “katil” diye lanetlerken, cinayet şebekelerini yönetenlerin, kitle katliamları düzenleyenlerin önünde esas duruşa geçerler. Ama bizler, en ağır cezaların altında, en doğal insani haklarımızdan yoksun olan bizler, bizi biçimleyen, suça iten, suçlu olmaya zorunlu kılan düzeni, emekçi kitlelerle birlikte yargılayacağız ve mutlaka layık olduğu cezaya, idama mahkûm edeceğiz.
Gerek siyasi, gerekse toplumsal suçlardan olsun, burada bulunmamızın temel ve tayin edici nedeni, sömürüye, insanın insana kulluğuna dayanan, varlığını emekçi kitleler ve geniş halk yığınları üzerinde baskı kurarak koruyabilen köhnemiş, yarı sömürge, geri kapitalist düzenin bizzat kendisidir. Bu düzende suç işlememizin toplumsal, ekonomik, siyasal, psikolojik bütün koşulları vardır. Bizi yargılayanların, hiçbir zaman gerçek suçluları, yani suçun esas kaynaklarını yargılamayı düşünmediklerini biliyoruz; düşünemezlerdi de. Çünkü onlar —birkaç istisnanın dışında— genellikle düzeni korumakla —dolayısıyla kendi varlıklarını korumakla— görevlidirler. Onlar, tavuk çalanı aşağılayarak “hırsız” diye suçlarken, bir kalem oyunu ile milyonları yutanı “beyefendi” diye selamlarlar. Onlar, başlık parası veremediği için kız kaçıran adamı “namus düşmanı” diye damgalarken, lüks randevu evlerinde parayla “namus” satanları “saygıdeğer” olarak nitelerler. Onlar, bir öfke anında istemeden adam öldürmüş insanları “katil” diye lanetlerken, cinayet şebekelerini yönetenlerin, kitle katliamları düzenleyenlerin önünde esas duruşa geçerler. Ama bizler, en ağır cezaların altında, en doğal insani haklarımızdan yoksun olan bizler, bizi biçimleyen, suça iten, suçlu olmaya zorunlu kılan düzeni, emekçi kitlelerle birlikte yargılayacağız ve mutlaka layık olduğu cezaya, idama mahkûm edeceğiz.
Bu yetkiyi kim verecek bize?
Bu yetkiyi, halk, kendi bilincinin ve kollarının gücüyle, örgütlü ve disiplinli mücadelesiyle, proletaryanın ve onun devrimci partisinin önderliğinde kazanacaktır. Bizler de, halkın birer parçası olarak, bu yetkinin kazanılması ve icrasında inançla yer alacağız. Bu, beş günlük, on günlük bir mücadele sorunu değil, hayatın bütün ceplelerinde verilmesi gereken uzun bir mücadele sorunu, yani kesintisiz devrim sorunudur. Cezaevleri de bu cepheden biridir ve bizler de bu cehpelerde savaşı ihmal etmemek zorunda olan erleriz.
Bu yetkiyi, halk, kendi bilincinin ve kollarının gücüyle, örgütlü ve disiplinli mücadelesiyle, proletaryanın ve onun devrimci partisinin önderliğinde kazanacaktır. Bizler de, halkın birer parçası olarak, bu yetkinin kazanılması ve icrasında inançla yer alacağız. Bu, beş günlük, on günlük bir mücadele sorunu değil, hayatın bütün ceplelerinde verilmesi gereken uzun bir mücadele sorunu, yani kesintisiz devrim sorunudur. Cezaevleri de bu cepheden biridir ve bizler de bu cehpelerde savaşı ihmal etmemek zorunda olan erleriz.
Sorunun esası şudur:
Ya devrim yolunu seçeceğiz… ya da, bu düzenin baskılarına, haksızlıklarına boyun eğerek, şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir.
Ya devrim yolunu seçeceğiz… ya da, bu düzenin baskılarına, haksızlıklarına boyun eğerek, şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir.
Devrim yolunu seçenler ise zor,
fakat şerefli yolu seçenlerdir. Devrim yolunu seçenler,
hayatın her alanında ve yaşamın her anında devrim düşmanı olan
sınıf güçlerine ve onların ideolojik, kültürel, siyasal ve
toplumsal etkilerine, alışkanlıklarına karşı, günün
koşullarınca belirlenecek olan mücadele araçlarını
kullanarak savaşmak zorundadırlar. Savaşmadığımız bir an,
savaşı yavaştan aldığımız bir an, bizi ezenlere teslim
oluruz, onların işlerini kolaylaştırmış, onlara yardım
etmiş oluruz. Mücadelede tarafsızlık olmaz. Biz tarafız ve
devrimin emrettiği sorumluluk ve görevleri harfiyyen
yerine getirmekle yükümlüyüz. İçinde bulunduğumuz
koşulların esnemeye, gevşemeye tahammülü yoktur.
Arkadaşlar,
Devrim bir ölüm kalım savaşıdır. Şu sözlerimi anımsayınız!.. “Biz, yaşayanın varlık nedeni, gelişenin gelişme nedeni, yok olmanın ve ölümün kaçınılmaz nedeni olmalıyız. Bu temel ilke, bize, günlük yaşayışımız sürecinde, her olaya, duruma ve ilişkiye, bilinçli olarak bakmayı, seçmeyi, müdahaleyi, uymayı ya da uymamayı emereder.”
Devrim bir ölüm kalım savaşıdır. Şu sözlerimi anımsayınız!.. “Biz, yaşayanın varlık nedeni, gelişenin gelişme nedeni, yok olmanın ve ölümün kaçınılmaz nedeni olmalıyız. Bu temel ilke, bize, günlük yaşayışımız sürecinde, her olaya, duruma ve ilişkiye, bilinçli olarak bakmayı, seçmeyi, müdahaleyi, uymayı ya da uymamayı emereder.”
Burada, insan unsurunu ve insan
iradesini toplumun objektif koşullarından kopuk ele
aldığım sanılmasın. Biz, neyin varlık ve gelişme nedeni,
neyin yokolmasının ve ölmesinin kaçınılmaz nedeni
olacağız?
Açıktır ki, bu sorunun cevabı,
devrimin dostlarını ve düşmanlarını saptayarak
verilebilir… gelişen sınıf güçlerini kavrayarak
verilebilir.
Yeni yıla girerken dostlarımızı ve düşmanlarımızı yeniden anımsayalım.
Biz, feodal kalıntıları ve bir
sömürgeyi bağrında taşıyan, emperyalizme bağımlı
kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu, yarı
sömürge bir ülkenin çocuklarıyız. Ülkemiz çok uluslu bir
ülkedir. Önümüzdeki devrim, yarı sosyalist karakterli, anti
emperyalist halk devrimidir. İşçiler, köylüler, şehir
küçük burjuvazisi, orta burjuvazinin emperyalizme karşı
duracak kesimleri, ezilen Kürt ulusu ve diğer azınlık
milliyet ve halklar, bağımsızlıktan yana olan herkes devrimin
güçleridir. İşçi sınıfı, ideolojik, politik ve örgütsel
alanlarda devrimin önder gücüdür. İşçi-köylü ittifakı
devrimin temel gücüdür. Demokratik devrimi, sosyalist
devrime ulaştıracak olan da bu ittifaktır.
Görevimiz, emperyalizmi, sosyal
emperyalizmi ve onların faşist, revizyonist, gerici
işbirlikçilerini yenilgiye uğratmak, feodalizmden
kaynaklanan her türlü gericiliğe ve halkın gelişen
mücadelesini çarpıtan reformizme, özellikle de “Üç Dünya
Teorisi”ni savunan sağ oportünist reformist çizgiye hayat
hakkı tanımamak, “sol” oportünist siyasetleri mahkûm etmek
ve sınıfsız toplumun koşullarını yaratacak sosyalist
devrimin yolunu açacak olan demokratik halk diktatörlüğünü
kurmaktır.
Ülkemizde devrimin düşmanları
bunlardır. Düşmanlarımızı belirledikten sonra, bunlar
arasında kimleri birinci plana alacağımızı da doğru
saptamak zorundayız.
ABD emperyalizmi ve Rus sosyal
emperyalizmi, bu iki süper devlet, gerek bizim, gerekse bütün
dünya halklarının baş düşmanlarıdır. Baş düşmanlarla
bilinçli ilişkiler içinde olan, varlıklarını onların
varlığına bağlayan faşistler ve sosyal faşistler de baş
düşmanlarımızla birlikte ele alınmalıdırlar. Ve esas olarak,
hedefimiz bu iki süper devlet olmakla birlikte, diğer
emperyalistler ve gerici güçler mücadelenin dışında
tutulamazlar.
İki baş düşmandan, ülkemiz için
asıl darbe, ABD emperyalizmine ve onların çıkarlarını
saldırgan bir bağlılıkla savunan faşistlere vurulmalıdır.
Faşizme ve ABD emperyalizmine
karşı mücadele ancak ve ancak, Rus sosyal emperyalizmine ve
revizyonizme karşı tutarlı bir mücadele temelinde başarı
kazanabilir. Bu anlamda, revizyonizme ve sosyal emperyalizme
karşı mücadele, temel olmak zorundadır.
Bu ne demektir?
Bu demektir ki, devrimin düşmanlarına karşı mücadelede: Bireyler, gruplar, partiler, kendi içlerindeki sınıf mücadelesini temel alarak, revizyonist, reformist, oportünist etkilerden, her türlü burjuva alışkanlık ve eğilimlerden, feodal davranış biçimlerinden, şovenizmin etkilerinden, liberalizmin etkilerinden kurtulmak için, bilimsel sosyalizmin öncülüğünde savaşmalıdırlar.
Bu demektir ki, devrimin düşmanlarına karşı mücadelede: Bireyler, gruplar, partiler, kendi içlerindeki sınıf mücadelesini temel alarak, revizyonist, reformist, oportünist etkilerden, her türlü burjuva alışkanlık ve eğilimlerden, feodal davranış biçimlerinden, şovenizmin etkilerinden, liberalizmin etkilerinden kurtulmak için, bilimsel sosyalizmin öncülüğünde savaşmalıdırlar.
Kirli bir sabun, el yıkanırken
temizlenir arkadaşlar. Bizler de olumsuzluklarımızdan,
ancak iş görerek, yani devrimci mücadele içinde yer alarak
temizlenebiliriz. Kirli bir sabunu suyun altına tutun,
temizlenmediğini göreceksiniz. Pisliklerle kaynaşmış
sabun, ancak elimizi yıkarken temizlenir. Başlangıçta
elimiz de pislenir, fakat sonunda hem sabun hem de elimiz
temizlenir. Bizler de, sadece teorik çalışma yaparak,
okuyarak arınamayız. Böyle bir tutum Troçkist kadro eğitim
anlayışıdır. Su ile el yıkama hareketi birleşecektir. Yani
teori ile pratik birleştirilmelidir. Teorinin kavranıp
kavranmadığı pratikte belli olur. Teorinin kitleleri eğitip
eğitmediği de kitle hareketlerinin niteliğinden belli
olur.
Bu konuda, eleştiri-özeleştiri
temel silahımızdır. Ancak özeleştiri temelinde,
özeleştirimize uygun davranışlarımız temelinde
eleştiriye hakkımız vardır.
Silkinelim… üzerimizdeki
pislikleri atalım… yarına gelişerek, arınarak
hazırlanalım. Günlük görevlerimizi küçümsemeyelim … en
küçük günlük görev bile, devrimin hazırlığında rol oynar.
Örneğin, bulaşık yıkamakla, yorganımızı yüzlemekle, bir
arkadaşımıza küçük bir yardım yapmakla devrim arasında
canlı bağlar vardır. Teorik sözler etmek, düzgün konuşmak,
siyasi görüşler konusunda belli bir oranda bilgi sahibi
olmak yeterli değildir. Nöbetimizi de iyi tutmalıyız.
Hücremizi temiz tutmalıyız, kitaplarımızı korumalıyız,
yerlere tükürmemeliyiz, çay bardaklarını gelişi güzel
ortalığa bırakmamalıyız, arkadaşlarla iyi geçinmeliyiz,
TV’ye karşı uyanık olmalıyız. Hem “Çarli’nin Sürtükleri”ne
hayran olmak, hem de “emperyalizme karşıyız abi” demek
birbirleriyle çelişir… Hem Ajda Pekkan’a, Emel Sayın’a
ağzının suyunu akıtacaksın, sonra kalkıp “biz burjuva
ideolojisine karşıyız abi” diyeceksin. Kim insanır size? Bu
sözler benim bir kulağımdan girer, öbür kulağımdan çıkar…
kendimizi aldatmayalım.
Önemli noktalardan biri de,
arkadaşlarımızla, eski arkadaşlarımızla ilişkilerimizi
devrimcileştirmeliyiz. Mektup yazabileceğimiz her yere
mektup yazmalı ve onları bilinç düzeylerine göre eğitmeye,
uyarmaya çalışmalıyız. Kendi deneylerimizi onlara
ulaştırmalıyız. Mahkûmlar içinde örnek insanlar olmalıyız.
Çelişmelerimizi devrimcilere yaraşır biçimde
çözmeliyiz.
Arkadaşlar,
İyice araştırırsanız göreceksiniz ki, kişisel sürtüşmelerin özünde yatan şey, bireysel yer kapma hırsıdır. Dışarda ve içerde, her türlü grupçu eğilimlere karşı, birliği ve partiyi savunmalıyız. Partiyle bizim ilişkimiz ne olabilir demeyin; şu gün, devrim için mücadele, parti için mücadele demektir.
İyice araştırırsanız göreceksiniz ki, kişisel sürtüşmelerin özünde yatan şey, bireysel yer kapma hırsıdır. Dışarda ve içerde, her türlü grupçu eğilimlere karşı, birliği ve partiyi savunmalıyız. Partiyle bizim ilişkimiz ne olabilir demeyin; şu gün, devrim için mücadele, parti için mücadele demektir.
Arkadaşlar,
Gruplar da kendi içlerinde sınıf mücadelesini temel almalı, proleter devrimci harekete ters düştüğü andan itibaren grup duvarlarını parçalamalıdırlar. Grup çıkarlarını devrimin çıkarlarından üstün tutmak, devrimci bir tavır olamaz. Grupların harcı olan kariyerizm, imtiyaz hastalığı, şoven duygular yenilgiye uğratılmalı, birliğin, kaynaşmanın, partinin yolunu açacak ideolojik, teorik ve pratik çalışmalara önem verilmelidir. Gruplar, grupçu eğilimlere karşı savaşırken, her şeyden önce, kendi içlerindeki grupçu eğilimlere karşı da savaşmalıdırlar ki başka grupları eleştiriye hakları olsun. Bireyler de kendi bireyci yanlarını eleştirmelidirler ki başkalarının bireyci yanlarını eleştirebilsinler.
Bir bütün olarak devrimci hareket, ancak partinin inşa edilmesiyle önderliğe kavuşabilir. Her türden oportünizme, revizyonizme, reformizme ve çeşitli zaaflara karşı mücadele temelinde parti inşa edilebilir. İnşa sürecinde, geçmişin mücadelesi ve olumlu mirasına sahip çıkılmalıdır. Parti de, kendi iç mücadelesini tutarlı verdiği ölçüde arınabilir ve kitlelerle bağlar kurabilir, kitlelere önderlik edebilir.
Gruplar da kendi içlerinde sınıf mücadelesini temel almalı, proleter devrimci harekete ters düştüğü andan itibaren grup duvarlarını parçalamalıdırlar. Grup çıkarlarını devrimin çıkarlarından üstün tutmak, devrimci bir tavır olamaz. Grupların harcı olan kariyerizm, imtiyaz hastalığı, şoven duygular yenilgiye uğratılmalı, birliğin, kaynaşmanın, partinin yolunu açacak ideolojik, teorik ve pratik çalışmalara önem verilmelidir. Gruplar, grupçu eğilimlere karşı savaşırken, her şeyden önce, kendi içlerindeki grupçu eğilimlere karşı da savaşmalıdırlar ki başka grupları eleştiriye hakları olsun. Bireyler de kendi bireyci yanlarını eleştirmelidirler ki başkalarının bireyci yanlarını eleştirebilsinler.
Bir bütün olarak devrimci hareket, ancak partinin inşa edilmesiyle önderliğe kavuşabilir. Her türden oportünizme, revizyonizme, reformizme ve çeşitli zaaflara karşı mücadele temelinde parti inşa edilebilir. İnşa sürecinde, geçmişin mücadelesi ve olumlu mirasına sahip çıkılmalıdır. Parti de, kendi iç mücadelesini tutarlı verdiği ölçüde arınabilir ve kitlelerle bağlar kurabilir, kitlelere önderlik edebilir.
İç mücadele, görüleceği gibi
temeldir ve zincirleme birbirine bağlıdır. Çelişmeler
yasası, iç çelişmelerin tayin edici olduğunu öğretir.
Kendi içinde siyasi ve ideolojik yakınlığı olan unsurlar,
gruplar, pratik eylem temelinde, birbirlerini sınayarak,
mücadele içinde birleşecek ve partiyi yaratacaklardır.
Bizim amacımız da budur: Partinin yaratılmasına çalışmak,
katkıda bulunmak, kolaylaştırmak ve onun çalışkan bir unsuru
olmak.
Arkadaşlar,
Devrim isteyenler partiyi istemelidirler, bu uğurda çabalarını birleştirmelidirler. Bunun için de, şu günün koşullarında, atacğımız her adımı bu doğrultuda değerlendirmeliyiz.
Devrim isteyenler partiyi istemelidirler, bu uğurda çabalarını birleştirmelidirler. Bunun için de, şu günün koşullarında, atacğımız her adımı bu doğrultuda değerlendirmeliyiz.
Arkadaşlar,
Bu genel doğrular ışığında kendimize dönelim. Bugün, kendi aramızda temel alacağımız hedefler nelerdir? Lümpen eğilim, alışkanlık, değer yargıları, tutum ve davranış biçimleri, çalışmamız ve gelişmemiz önündeki en büyük engellerden biridir. Bu engeli köklü bir biçimde aşamadan devrimci saflarda, devrimci adına layık adımlar atamayız.
İkincisi, kişisel sürtüşmelerin özünde yatan yer kapma duygularının, birliğimize verdiği zararlardır. Bu tutum, temizlik sorumlusu, mutfak sorumlusu, sessizlik sorumlusu vb. çeşitli görevdeki arkadaşlara, çeşitli biçimlerde tepki gösterileriyle açığa çıkmaktadır. Bu davranışlar disiplini bozuyor. Olumsuz birikimlerin çoğalmasına yol açıyor.
Bu genel doğrular ışığında kendimize dönelim. Bugün, kendi aramızda temel alacağımız hedefler nelerdir? Lümpen eğilim, alışkanlık, değer yargıları, tutum ve davranış biçimleri, çalışmamız ve gelişmemiz önündeki en büyük engellerden biridir. Bu engeli köklü bir biçimde aşamadan devrimci saflarda, devrimci adına layık adımlar atamayız.
İkincisi, kişisel sürtüşmelerin özünde yatan yer kapma duygularının, birliğimize verdiği zararlardır. Bu tutum, temizlik sorumlusu, mutfak sorumlusu, sessizlik sorumlusu vb. çeşitli görevdeki arkadaşlara, çeşitli biçimlerde tepki gösterileriyle açığa çıkmaktadır. Bu davranışlar disiplini bozuyor. Olumsuz birikimlerin çoğalmasına yol açıyor.
Üçüncüsü, liberalizmin, az ya da
çok bütün arkadaşlarda kendini göstermesidir. Mao’nun
liberalizmle ilgili makalesini yeniden ve yeniden
okumalıyız.
Dördüncüsü, acelecilik, sekter tutum ve tahakküm biçiminde kendini gösteren “sol” hastalıklardır.
Beşincisi, bazı arkadaşlarda
gördüğümüz kıskançlık duygularıdır. Bu duygular, burjuva
rekabetçiliğinden kaynaklanan, proleter duygulara ters
düşen duygulardır. Bazı arkadaşlar, bazı arkadaşların
çalışmalarını ve gelişmelerini, mevkilerini
hazmedemezken, bazı mevki sahibi arkadaşlar da, gelişen
arkadaşlara gizli tepkiler göstermektedirler. Onlara
tepeden bakıyorlar. Tepeden bakan bir insan devrimci olamaz,
bunu kafanıza iyice sokun. Bazı arkadaşlar da, eğitim
çalışmalarına önceden başlamış olmayı, bazı konuları
biliyor olmalarını üstünlük aracı biçiminde
değerlendirmektedirler. Bu yanlıştır. Yeni başlayan bir
arkadaş, eski bir arkadaşı geçebilir.
Altıncısı, bazı arkadaşlarda
gördüğümüz gönülsüzlük belirtisidir. Gönülsüzlük, özünde
devrim istememektir. Hem devrim istemek, hem de gönülsüz
davranmak birbirleriyle çelişir.
Arkadaşlar,
Yeni yıla, hatalarımızı kavramaya çalışarak gireceğiz. Arkadaşlarımızın özeleştirilerini can kulağıyla dinleyelim ve eleştirilerimizi en yararlı olacak biçimde sunalım.
Yeni yıla, hatalarımızı kavramaya çalışarak gireceğiz. Arkadaşlarımızın özeleştirilerini can kulağıyla dinleyelim ve eleştirilerimizi en yararlı olacak biçimde sunalım.
Yeni yılda, spor çalışmalarını,
eğitim çalışmalarını üst düzeylere çıkartacağız ve
birliğimizin siyasi ve ideolojik temellerini
derinleştireceğiz.
Sizlere güveniyorum.
Yaşasın Komün!..
Yaşasın Devrim!..
Yaşasın Komün!..
Yaşasın Devrim!..
31 Aralık 1977’de Kaseri
cezaevinde, “Yılbaşı Gecesi”nde Komün arkadaşları önünde
yapılan bu konuşma daha sonra Güney Dergisi’nde yayınlandı.
"Mersin Üniversitesi Haber Portalı"