8. ÜTOPİST KARL MARX VE PRATİK ROSA LUXEMBURG
Rosa
Luxemburg Polonya’nın bağımsızlığını bir “ütopya” olarak açıklar ve
bunu bıktırasıya tekrarlarken alayla haykırıyor: İrlanda’nın
bağımsızlığı talebi neden ileriye sürülmesin?
Anlaşılan
“pratik” Rosa Luxemburg, İrlanda’nın bağımsızlığı sorununda Karl
Marx’ın nasıl tavır aldığını bilmiyor. Oportünist değil, gerçek Marksist
bir bakış açısından somut bir ulusal bağımsızlık talebinin tahlilini
göstermek için bu konu üzerinde durmak gerekiyor.
Marx,
tanıdığı sosyalistleri, kendi deyimiyle “yoklama”, bilinçlerini ve
inançlarını sınama adetindeydi. Lopatin’le tanıştıktan sonra Marx 5
Temmuz 1870’de Engels’e, genç Rus sosyalisti hakkında son derece gönül
okşayıcı bir değerlendirme yazdı, ama şunu da ekledi:
“Zayıf nokta:
Polonya.
Burada
aynen bir İngilizin – say an English chartist of the old school” (yani
eski ekolden bir İngiliz Chartistinin) – “İrlanda hakkında konuştuğu
gibi konuşuyor.”
Marx,
ezen ulus mensubu bir sosyaliste, ezilen ulusa ilişkin tavrını soruyor
ve hemen egemen ulusların (İngiliz ve Rus) sosyalistlerinin genel
hatasını açığa çıkarıyor: ezilen uluslara karşı sosyalist görevlerini
anlamama, “büyük güç” burjuvazisinden devralınan önyargıların usandırıcı
tekrarı.
Marx’ın
İrlanda üzerine pozitif açıklamalarına geçmeden önce, Marx ve Engels’in
ulusal soruna genelde katı eleştirel yaklaştıklarını ve onu sınırlı
tarihsel önemine göre değerlendirdiklerini önceden belirtmeliyiz.
Böylece Engels 23 Mayıs 1851’de Marx’a, Polonya sorununda tarihi
inceleyerek karamsar sonuçlara vardığını, Polonya’nın öneminin zamanla
sınırlı olduğunu ve Rusya tarım devriminin içine çekildiğinde önemini
yitireceğini yazdı. Polonya’nın tarihteki rolü, “cesur, kavgacı
aptallık”tı.
“Polonya’nın
yalnızca Rusya’ya karşı bile, ilerlemeyi başarıyla temsil ettiği ya da
tarihsel önemde herhangi birşey yaptığı tek bir an bile iddia edilemez.”
Rusya,
“şövalyevari-tembel Polonya”dan çok daha fazla uygarlık, kültür,
sanayi, burjuvazi unsurlarına sahipti. “Varşova ve Krakau, Petersburg,
Moskova, Odessa vs.. vs. karşısında nedir ki!” Engels, Polonya
aristokrasisinin bir ayaklanmasının başarısına inanmıyordu.
Fakat
dahice bir keskin zekâyı içeren tüm bu düşünceler Engels ve Marx’ı, on
iki yıl sonra, Rusya hâlâ uyurken Polonya alevlendiğinde, Polonya
hareketine içten ve ateşli bir biçimde katılmaktan en ufak biçimde
alıkoymadı.
1864
yılında Enternasyonal’in açış konuşmasını kaleme alırken, Marx Engels’e
(4 Kasım 1864’te), Mazzini milliyetçiliğine karşı mücadele etmek
gerektiğini yazdı.
“Konuşmada
uluslararası politika geçtiği ölçüde, nationalities’den”
(milliyetlerden) “değil, countries’den” (ülkelerden) “söz ediyorum ve
minores gentium’u” (daha küçükleri, daha az önemlileri) “değil Rusya’yı
suçluyorum” – diye yazıyordu Marx.
İşçi
sorunuyla karşılaştırıldığında, ulusal sorunun tali önemi Marx için
kuşkusuzdu. Fakat teorisi, ulusal hareketleri görmezlikten gelmekten
fersah fersah uzaktır.
1866 yılı geldi. Marx Engels’e Paris’teki “Proudhon kliği” hakkında şunları yazdı: bu klik
“…milliyetleri
saçmalık olarak ilan ediyor, Bismarck ve Garibaldi’ye saldırıyor vs.
Şovenizme karşı polemik olarak, yaptıkları yararlıdır ve açıklanabilir.
Fakat, Fransa’daki baylar ‘la misère de l’ignorance’” (cahillik
belasını) “ortadan kaldırana dek bütün Avrupa’nın kıçı üzerinde sessizce
oturmak zorunda olduğunu ve oturacağını düşünen Proudhon’un müritleri
olarak (şimdiye kadar çok
* Mevcut hükümete karşı miting; ayaklanma çağrısı.
—ÇN.
iyi dostlarım olan Lafargue ve Longuet de bunlara dahildir)… gülünçtürler.” (7 Haziran 1866 tarihli mektup.)
“Dün
– diye yazıyordu Marx 20 Haziran 1866’da – International Council’de
şimdiki savaş meselesi hakkında tartışma vardı…Tartışma,
öngörülebileceği gibi, genel olarak ‘milliyetler’ sorununa ve bizim buna
ilişkin tavrımıza geldi dayandı…Ayrıca ‘jeune France’ın” (Genç Fransa) “(işçi olmayan)
temsilcileri, bütün milliyetlerin ve milletlerin bizzat ‘des préjugés
surannées,” (eskimiş önyargılar) “olduğunu açıkça bildirdiler.
Proudhonize olmuş Stirnerizm … bütün dünya, Fransızlar bir sosyal devrim
yapacak olgunluğa erişene dek bekleyecek … Konuşmamı, milliyetleri
ortadan kaldıran dostumuz Lafargue’ın vs., bizlere ‘Fransızca’, yani
dinleyicilerin onda dokuzunun anlamadığı bir dilde hitap ettiğini
söyleyerek açtığımda, İngilizler çok güldü. Ayrıca onun, milletleri
yadsırken, tamamen bilinçsizce, bunların örnek Fransız ulusu içinde
massedilmesini anlıyor gibi göründüğünü ima ettim.”
Marx’ın
bütün bu eleştirel notlarından çıkan sonuç açıktır: işçi sınıfı ulusal
sorunu asla bir fetiş haline getirmemelidir, çünkü kapitalizmin gelişimi
mutlaka
tüm
ulusları
bağımsız yaşama uyandırmaz. Fakat ulusal kitle hareketleri bir kez
ortaya çıktıktan sonra, onlara sırt çevirmek, onların içindeki ilerici
yanı desteklemeyi reddetmek, gerçekte
milliyetçi
önyargılar
önünde teslimiyettir; herşeyden önce “kendi” ulusunun bir “örnek ulus”
(ya da ekliyorum, devlet kurmak için mutlak imtiyaza sahip bir ulus)
olduğu önyargısının kabulüdür.*
Fakat
biz İrlanda sorununa geri dönelim. Marx’ın bu soruna ilişkin tavrı en
açık biçimde mektubun şu bölümünde ifadesini buluyor:
“İngiliz işçilerinin Fenianizm** lehine bu gösterisini her türlü
*
Bkz. Marx’ın Engels’e 3 Haziran 1867 tarihli mektubu: “‘Times’ın Paris
yazışmalarından, Parislilerin, Alexander vs.’ye karşı Polonya dostu
sevinç nidalarını gerçek bir keyifle gördüm. Bay Proudhon ve onun küçük
doktriner kliği, French people” (Fransız halkı.
— Red.) “değildir.”
**19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkan ulusal-devrimci İrlanda mücadele örgütünün çaba ve özlemleri.
—ÇN.
tarzda kışkırtmaya çalıştım … Önceden İrlanda’nın İngiltere’den ayrılmasını imkânsız sayıyordum. Ayrılığın ardından
federasyon
gelebilecek olsa da şimdi bunu kaçınılmaz sayıyorum.”
Marx, Engels’e 2 Kasım 1867 tarihli mektubunda böyle yazıyordu. Aynı yılın 30 Kasım tarihli mektubunda şunu ekliyor:
“Şimdi, İngiliz
işçilerine
neyi öğütlememiz gerektiği sorusu geliyor: Bence onlar, Union’un
(kısacası, sadece demokratikleştirilmiş ve zamanın koşullarına
uyarlanmış 1783 şakasının) Repeal’ini” (feshini)
“Pronunziamento’larının* bir maddesi haline getirmelidirler. Bu,
İrlanda’nın özgürleşmesinin, bir İngiliz
partisinin
programına alınabilecek biricik legal ve dolayısıyla biricik olanaklı
biçimidir. Daha sonra deneyim, iki ülke arasında salt kişisel
birleşmenin sürüp sürmeyeceğini gösterecektir…
İrlandalıların gereksindiği şey şudur:
1) Özyönetim ve İngiltere’den bağımsızlık,
2) Tarım devrimi.”
İrlanda
sorununa muazzam önem atfeden Marx, Londra’daki bir Alman işçi
birliğinde, bu konuda bir buçuk saatlik bir konferans verdi. (17 Aralık
1867 tarihli mektup)
Engels, 20 Kasım 1868 tarihli mektubunda, “İngiliz işçileri arasında
İrlandalılara karşı nefret”e değiniyor, fakat bir yıl geçmeden (24 Ekim 1869) aynı konuya yeniden dönerek şöyle yazıyor:
“İrlanda’dan
Rusya’ya il n’y a qu’un pas” (sadece bir adımdır) … “Bir başka halkı
boyunduruk altına almış olmanın bir halk için nasıl bir talihsizlik
olduğu İrlanda tarihinden görülebilir. Bütün İngiliz pisliklerinin
kaynağı İrlanda Pale’sindedir” (alan). “Cromwell dönemini daha ineklemem
gerekiyor, fakat şundan eminim ki, eğer İrlanda’da askeri olarak egemen
olmak ve yeni bir aristokrasi yaratmak gerekliliği olmasaydı,
İngiltere’de de mesele başka bir yön alırdı.”
Geçerken, Marx’ın Engels’e 18 Ağustos 1869 tarihli mektubuna da değinelim.
* Mevcut hükümete karşı miting; ayaklanma çağrısı.
—ÇN.
“Posen’da
– Zabicki’nin gösterdiği gibi – Polonyalı işçiler (doğramacılar vs.)
Berlinli yoldaşlarının yardımıyla bir grevi zaferle sonuçlandırdılar.
Monsieur le Capital’e karşı bu mücadele – grevin tali biçiminde bile –,
ulusal önyargıları burjuva bayların barış konuşmalarından farklı tarzda
hallediyor.”
Marx’ın Enternasyonal’de İrlanda sorununda hangi politikayı
izlediği şuradan görülüyor: 18 Kasım 1869’da Marx Engels’e, Enternasyonal Genel
Konseyi’nde,
İngiliz bakanlığının İrlandalıların affı sorununa ilişkin tavrı üzerine
yaklaşık beş çeyrek saatlik bir konuşma yaptığını ve bununla ilgili şu
kararı önderdiğini yazdı:
“Genel Konsey:
Mr.
Gladstone’un, İrlandalıların, hapse atılmışİrlandalı yurtseverlerin
serbest bırakılması taleplerine yanıtında – Mr. O’Shea ve diğerlerine
mektubunun içerdiği bir yanıt – İrlanda ulusuna kasten hakaret ettiğini;
siyasi affı, hakeza kötü yönetimin kurbanlarına ve mensup oldukları halka hakaret eden koşullara bağladığını;
sorumlu
konumuna rağmen Amerikan köle sahiplerinin başkaldırısını resmen ve
coşkuyla alkışladıktan sonra, şimdi İrlanda halkına pasif boyun eğiş
vaazıyla öne çıktığını;
İrlanda
affı sorununa ilişkin tüm tavrının, Mr. Gladstone’un ateşli damgasıyla
Tory rakiplerini hükümetten defettiği ‘fetih politikası’nın asıl ve
gerçek ürünü olduğunu
Uluslararası
İşçi Birliği Genel Konseyi’nin, İrlanda halkının af hareketini
yürütüşündeki cesur, sağlam ve yüce ruhlu tarzına hayranlığını ifade
ettiğini;
bu
kararın, Uluslararası İşçi Birliği’nin tüm şubelerine ve onunla ilişki
içinde bulunan Avrupa ve Amerika’daki işçi örgütlerine bildirilmesini
kararlaştırır.”
10 Aralık 1869’da Marx, İrlanda sorunu üzerine açıklamalarını
Enternasyonal Genel Konseyi’nde şöyle sunacağını yazıyor:
* İrlanda için adalet.
“… Enternasyonal’in
Konseyinde kendiliğinden anlaşılır olan tüm ‘uluslararası’ ve ‘insani’
justice for Irland* lafzı bir yana, English working class’ın” (İngiliz
işçi sınıfının)
“dolaysız mutlak çıkarı, to get rid of their present connexion with Ireland”
(İrlanda’yla mevcut bağından kurtulmaktır). “Ve bu benim, İngiliz işçilerine kısmen bizzat
bildiremeyeceğim
nedenlerle, tam inancımdır. Uzun süre İrlanda rejimini English working
class ascendancy sayesinde” (İngiliz işçi sınıfının artan etkisiyle)
“devirmenin mümkün olacağına inandım. Bu görüşü New Yok Tribune’da
sürekli savundum. Şimdi daha derin bir araştırma beni tersine ikna etti.
English working class” (İngiliz işçi sınıfı) “before it has got rid of
İreland” (İrlanda’dan kurtulmadan önce) “asla birşey yapamayacaktır.
Çare
İrlanda’da aranmalıdır … İngiltere’de İngiliz gericiliğinin (Cromwell
döneminde olduğu gibi) İrlanda’nın boyunduruk altına alınmasında yatan
kökü” (s. 290). (Altını çizen Marx).
Buna
göre, Marx’ın İrlanda sorununa ilişkin tavrı okur için tamamen açık
olmalıdır. “Ütopist” Marx öyle “gayri-pratik” ki, yarım yüzyıl sonra
bile
gerçekleşmemiş
olan İrlanda’nın ayrılmasını savunuyor. Marx’ın bu politikası neye yol
açtı ve acaba bir hata değil miydi? Başlangıçta Marx, ezilen ulusun
ulusal hareketinin değil, ezen
ulus
içindeki işçi hareketinin İrlanda’yı kurtaracağına inanıyordu. Marx
ulusal hareketleri mutlaklaştırmıyor, çünkü ancak işçi sınıfının
zaferinin tüm milliyetlerin tam kurtuluşunu sağlayabileceğini biliyor.
Ezilen ulusların burjuva kurtuluş hareketleriyle ezen ulus içindeki
proleter kurtuluş hareketleri arasındaki tüm olası karşılıklı ilişkileri
önceden hesaplamak (ve bugünün Rusya’sında ulusal sorunu bu kadar
zorlaştıran sorun tam da budur) olanaksız bir şeydir.
Fakat
olaylar öyle gelişti ki, İngiliz işçi sınıfı, oldukça uzun bir süre
liberallerin etkisi altına girdi ve bizzat kendisi liberal bir işçi
politikasıyla bağımsızlığından vazgeçtikten sonra onun uzantısı haline
geldi. İrlanda’da burjuva kurtuluş hareketi güçlendi ve devrimci
biçimler aldı. Marx bakış açısını gözden geçirir ve düzeltir. “Başka bir
halkı boyunduruk altına alması bir halk için nasıl bir talihsizliktir.”
İngiliz işçi sınıfı, İrlanda İngiliz baskısından kurtulmadıkça
kurtulamayacaktır!
İngiltere’deki gericilik İrlanda’nın köleleştirilmesiyle güçleniyor ve
besleniyor (Rusya’daki gericiliğin bir dizi ulusun köleleştirilmesiyle
beslendiği gibi!).
Marx
Enternasyonal’de, “İrlanda ulusu”, “İrlanda halkı” için sempati
kararını kabule sunuyor (çok zeki L. VI. , zavallı Marx’ı, sınıf
mücadelesini unuttuğu için temelli mahkûm ederdi herhalde!) ve
“ayrılığın ardından federasyon gelebilecek olsa da” İrlanda’nın
İngiltere’den
ayrılmasını
propaganda ediyor.
Marx’ın
bu sonucunun teorik öncülleri nelerdir? İngiltere’de burjuva devrimi
genelde çoktan tamamlanmıştır. Fakat İrlanda’da henüz tamamlanmamıştır;
ancak şimdi, yarım yüzyıl sonra, İngiliz liberallerinin reformlarıyla
tamamlanıyor. Eğer kapitalizm İngiltere’de, Marx’ın başlangıçta
beklediği gibi hızlı devrilmiş olsaydı, o zaman İrlanda’da
burjuva-demokratik, genel-ulusal bir harekete yer kalmazdı. Fakat bu
hareket bir kez ortaya çıktıktan sonra Marx, İngiliz işçilerine onu
desteklemeyi, ona devrimci bir atılım vermeyi ve
kendi öz özgürlüklerinin çıkarına onu tamamlamayı öğütledi.
Geçen
yüzyılın altmışlı yıllarında İrlanda’nın İngiltere’yle ekonomik bağı,
Rusya’nın Polonya’yla, Ukrayna’yla vs. bağından mutlaka daha sıkıydı.
İrlanda’nın (coğrafi koşullar ve İngiltere’nin ölçüsüz sömürge gücünden
dolayı bile) ayrılmasının “pratik olmayışı” ve “gerçekleştirilemezliği”
göze batıyordu. Federalizmin ilkesel karşıtı
*
Ayrıca, sosyal-demokrat bakış açısından, ulusların “kendi kaderini
tayini” nden niçin ne bir federasyon ne de salt özerkliğin
anlaşılamayacağı kolayca kavranabilir (gerçi soyut konuşulduğunda, biri
gibi diğeri de “kendi kaderini tayin” kavramına girer). Federasyon hakkı
bir bütün olarak saçmalıktır, çünkü bir federasyon iki sözleşmeci taraf
arasında bir anlaşmadır. Marksistlerin federalizm savunusunu
programlarına alması açıkçası olanaksızdır; bu sözkonusu bile olamaz.
Özerkliğe gelince, Marksistler “özerklik hakkını” değil, karışık ulusal
nüfus bileşimine ve coğrafi vs. koşullarda kesin farklara sahip bir
demokratik devlet düzeninin genel evrensel bir ilkesi olarak özerkliğin
kendisini savunurlar. Bu yüzden “federasyon hakkı” gibi “özerklik
hakkı”nı tanımak da aynı şekilde saçma olurdu.
olmasına rağmen Marx, bu durumda,
eğer
İrlanda’nın
kurtuluşu reformist değil, İrlanda’daki halk kitlelerinin hareketi ve
İngiliz işçi sınıfının desteği sayesinde devrimci yoldan gerçekleşecek
olursa, federasyonu*
bile onaylamaya hazır. Tarihsel görevin yalnızca böyle bir çözümünün,
proletaryanın çıkarları ve toplumsal gelişimin hızı için en elverişli
yol olacağına kuşku yoktur.
Başka
türlü oldu. Gerek İrlanda halkı gerekse de İngiliz proletarya sının çok
zayıf olduğu ortaya çıktı. İrlanda sorunu ancak şimdi, İngiliz
liberallerinin İrlanda burjuvazisiyle sefil bir trampa işlemiyle (ve
UlsteΩ[126] örneği onun ne kadar hantal olduğunu gösteriyor) toprak reformu (bedel ödeyerek) ve (hâlâ uygulanmayan) özerklik aracılığıyla
çözülüyor.
Bu ne demektir? Buradan, Marx ve Engels’in “ütopistler” oldukları,
“gerçekleştirilemeyecek” ulusal talepler ileri sürdükleri, İrlanda’nın
küçük-burjuva milliyetçilerinin etkisinde kaldıkları (Fenian hareketinin
küçük-burjuva karakteri açıktır) vs. sonucu mu çıkıyor?
Hayır.
İrlanda sorununda da Marx ve Engels, kitleleri gerçekten demokrasi ve
sosyalizm ruhuyla eğiten tutarlı proleter bir politika izlediler.
Yalnızca bu politika, gerek İrlanda’yı gerekse de İngiltere’yi, gerekli
dönüşümün elli yıldır sürüncemede bırakılmasından ve bu dönüşümün
liberaller tarafından gericilik lehine tahrif edilmesinden kurtaracak
durumdaydı.
Marx
ve Engels’in İrlanda sorunundaki politikası, ezen ulus proletaryasının
ulusal hareketlere tavrının ne olması gerektiğine ilişkin, bugün de hâlâ
muazzam
pratik
öneme sahip en iyi örneği verdi; bir ulusun toprak beyleri ve
burjuvazisinin zor politikası ve ayrıcalıklarıyla yaratılmış devlet
sınırlarının her türlü değişimini “ütopik” olarak niteleyen tüm
ülkelerden, renklerden ve dillerden küçükburjuvaların o “uşakça
acelesi”ne karşı uyardı.
Eğer
İrlanda ve İngiltere proletaryası Marx’ın politikasını kabul etmemiş ve
İrlanda’nın ayrılmasını kendi şiarları haline getirmemiş olsaydı, bu,
en kötü oportünizm olurdu, demokratların ve sosyalistlerin görevlerinin
ihmal edilmesi ve
İngiliz gericiliğiyle burjuvazisine
bir taviz olurdu.
9. 1903 PROGRAMI VE ONUN TASFİYECİLERİ
Rus
Marksistlerinin programının kabul edildiği 1903 Parti Kongresinin
tutanağı ender bulunan birşey oldu, ve bugün işçi hareketi içinde
faaliyet gösterenlerin çok büyük çoğunluğu tek tek program maddelerinin
gerekçelendirilmesi hakkında hiçbir şey bilmiyor (buraya ait bütün
literatür legalitenin inayeti altında olmadığından bu daha çok
böyledir…). Bu yüzden, bizi ilgilendiren, 1903 Parti Kongresi’nde ele
alınmış olan sorunu incelemek kaçınılmazdır.
Herşeyden
önce, ne kadar yetersiz olursa olsun, “ulusların kendi kaderini tayin
hakkı” üzerine Rus sosyal-demokrat literatüründen, bu hakkın her zaman
ayrılma hakkı anlamında kavrandığının açıkça görülebileceğini
belirtelim. Bundan kuşku duyan, 9. maddeyi “anlaşılmaz” ilan eden vs.
Bay Semkovski, Libmann, Yurkeviç, sadece bilgisizliklerinden ya da
dikkatsizliklerinden “anlaşılmazlık”tan sözediyorlar. Daha 1902 yılında
Plehanov, program taslağında “kendi kaderini tayin hakkı”nı savunurken
“Zarya”da, “bu talebin burjuva demokratlar için bağlayıcı olmadığı,
fakat sosyal-demokratlar için
bağlayıcı” olduğunu yazdı.
“Eğer
Büyük Rus ulusundan çağdaşlarımızın ulusal önyargılarını incitme
korkusuyla – diye yazıyordu Plehanov – bunu gözardı edersek ya da ileri
sürmeyi kararlaştırmazsak, o zaman ‘Tüm Ülkelerin Proleterleri
Birleşin!’ sözü bizim ağzımızda utanmazca bir yalan haline gelecektir.”
Bu,
değerlendirilmesi gereken program maddesi için ana gerekçenin çok
isabetli bir karakterizasyonudur, o kadar isabetli ki, “demokratlığı
unutan” program eleştirmenlerimizin ona hep ürkekçe yan çizmiş olmaları
ve hâlâ da yan çizmeleri sebepsiz değildir. Bu program maddesinden
vazgeçmek, hangi motiflerle gizlenirse gizlensin,
gerçekte Büyük Rus milliyetçiliğine “utanmazca” bir tavizdir.
Tüm ulusların kendi kaderini tayin hakkından söz edildiğine göre, neden Büyük Rus? Çünkü Büyük
Ruslardan ayrılmaktan söz ediyoruz.
Proleterlerin birliğinin çıkarı, onların sınıf dayanışmasının çıkarı,
ulusların ayrılma
hakkının tanınmasını gerektirir — aktarılan sözlerde Plehanov’un on
dört yıl önce tanıdığı şey budur; eğer bu konu üzerinde düşünmüş
olsalardı, oportünistlerimiz herhalde kendi kaderini tayin hakkında bu
kadar saçmalamazlardı.
Plehanov’un savunduğu bu program taslağının onaylandığı 1903 Parti Kongresinde, esas çalışma
Program Komisyonunda
yoğunlaştı. Ne yazık ki burada tutanak tutulmamıştır. Oysa tam da bu
noktada özellikle ilginç olurdu, çünkü Polonya sosyal-demokratlarının
temsilcileri Varşavski ve Hanecki,
sadece
Komisyon’da görüşlerini savunmaya ve “kendi kaderini tayin hakkının
tanınması”na karşı mücadele etmeye çalıştılar. Bunların kanıtlamalarını
(Varşavski’nin konuşmasında ve Hanecki’yle birlikte açıklamasında.[127]
Kongre tutanakları s. 134-136 ve s. 388-390), Rosa Luxemburg’un
incelediğimiz Lehçe makalesindeki kanıtlamalarla karşılaştıran okur,
ikisinin tamamen özdeş olduğunu görecektir.
İkinci
Parti Kongresinin – Plehanov’un herşeyden önce Polonyalı Marksistlere
karşı çıktığı – Program Komisyonu’nun bu kanıtlamalara karşı tavrı ne
oldu? Bu kanıtlamalara zalimce güldü!
Rus
Marksistlerine
yapılan, kendi kaderini tayin hakkının tanınmasını iptal etme talebinin
budalalığı o kadar açık ve anlaşılır ortaya kondu ki, Polonyalı
Marksistler
gerekçelerini Kongre Plenumu önünde tekrarlamaya bile karar veremediler!
Rus,
Yahudi, Gürcü ve Ermeni Marksistlerinin en yüce meclisi önünde
tavırlarının umarsızlığından emin olduktan sonra Kongre’yi terkettiler.
Kendi
programıyla
ciddi olarak ilgilenen herkes için bu tarihsel öykünün elbette ki çok
önemli bir anlamı vardır. Polonyalı Marksistlerin gerekçelerinin Kongre
Program Komisyonunda tamamen yenilgiye uğratılması ve onların
görüşlerini Kongre Plenumunda savunma girişiminden vazgeçmeleri, son
derece önemli olgulardır. Rosa Luxemburg 1908 yılındaki yazısında bu
konuda boşuna “alçakgönüllülükle” susmamıştır — besbelli ki Kongre anısı
onun için çok can sıkıcıydı! Kendisi, Varşavski ve Hanecki’nin 1903’te
tüm Polonyalı Marksistler adına ileri sürdükleri ve ne Rosa Luxemburg’un
ne de diğer Polonyalı sosyal-demokratların hiçbir zaman tekrarlama
kararlılığını göstermedikleri (ve de göstermeyecekleri), programın 9.
maddesini “düzeltme” yönündeki, gülünç derecede yersiz öneri hakkında da
sustu.
Fakat
Rosa Luxemburg, 1903 yılındaki yenilgisini gizlemek için bu olgular
hakkında susuyorduysa, partilerinin tarihiyle ilgilenen kişiler, bu
olguları öğrenme ve anlamlarını araştırma amacıyla bunlarla
ilgileniyorlar.
“…Biz
– diye yazıyordu Rosa Luxemburg’un dostları 1903 Parti Kongresi’ne, onu
terkederken – program taslağının 7. (şimdi 9.) maddesine şu biçimin
verilmesini öneriyoruz:
§ 7: Devlete dahil olan tüm uluslara tam kültürel gelişme özgürlüğünü garantileyen kuruluşlar.”
(Tutanak, s. 390).
Polonyalı Marksistler o zaman ulusal sorun üzerine böylesine belirsiz görüşlerle ortaya çıktılar, kendi kaderini tayin
yerine
aslında kötü ünlü “kültürel-ulusal özerklik” için bir takma isimden başka birşey önermediler!
Bu
neredeyse inanılmaz geliyor, ama ne yazık ki gerçektir. Bizzat Parti
Kongresinde, 5 oya sahip 5 Bundcu ve 6 oya sahip 3 Kafkasyalı –
Kostrov’un istişari oyu dahil değildir – mevcut bulunmasına rağmen,
kendi kaderini tayin üzerine maddenin
kaldırılması için bir tek
oy
dahi
çıkmadı.
Bu maddeye “kültürel-ulusal özerkliğin” eklenmesi lehinde (Goldblatt’ın
“Devlete dahil olan tüm uluslara tam kültürel gelişme özgürlüğünü
garantileyen kuruluşlar” formülü lehinde) üç oy ve Liber’in formülü
(ulusların “kültürel gelişme özgürlüğü hakkı”) formülü lehinde dört oy
verildi.
Bir Rus liberal partisinin, Anayasal-Demokratlar Partisi’nin ortaya çıktığı şimdi,
onun
programında ulusların kendi siyasi kaderini tayininin yerine “kendi
kültürel kaderini tayin”in geçirildiğini biliyoruz. Yani Rosa
Luxemburg’un Polonyalı dostları, PPS’in milliyetçiliğine karşı
“mücadele”lerini, Marksist programı
liberal
programla
Görüşleri itibariyle Martynov o sıralar Ekonomistti, “Iskra”nın
şiddetli bir hasmıydı, ve eğer Program Komisyonu'nun çoğunluğunun
paylaşmadığı bir görüş ifade etmiş olsaydı, ona muhakkak itiraz
edilirdi.
Komisyon çalışmasından sonra 7. madde (şimdi 9. madde) Kongrede görüşüldüğünde, Bundcu Goldblatt ilk sözü aldı.
“‘Kendi
kaderini tayin hakkı’na karşı – dedi Goldblatt – herhangi bir itiraz
getirmenin mümkünü yok. Eğer herhangi bir ulus kendi bağımsızlığı uğruna
mücadele ediyorsa, ona karşı durulamaz. Polonya’nın Rusya ile yasal bir
evlilik yapmaya gönlü yoksa, onu rahatsız etmemeli, Plehanov yoldaşın
dediği gibi. Bu çerçevede onun görüşüne katılıyorum” (s. 175-176).
Plehanov,
Kongre Plenumunda bu madde üzerine hiç söz almadı. Goldblatt,
Plehanov’un, “kendi kaderini tayin hakkı”nın ayrıntılı ve popüler bir
şekilde ayrılma hakkı anlamında açıklandığı Program Komisyonundaki
sözlerine atıfta bulunuyor. Goldblatt’tan sonra konuşan Liber şunları
belirtti:
“Herhangi
bir milliyet Rus devletinin sınırları içinde yaşayacak durumda değilse,
Parti ona kesinlikle hiçbir engel çıkarmayacaktır” (s. 176).
Okur,
programın kabul edildiği İkinci Parti Kongresinde, kendi kaderini
tayinin “sadece” ayrılma hakkı anlamına geldiği konusunda fikir birliği
bulunduğunu görüyor. O sıralar Bundcular bile bu gerçeği
benimsemişlerdi, ve sadece, üzücü, uzayıp giden karşı-devrim ve her
türlü “tevekkül” dönemimizdedir ki, programı “anlaşılmaz” diye niteleyen
küstahlar çıkabilmiştir. Fakat zamanımızı bu zavallı “güya
sosyal-demokratlar”a ayırmadan, Polonyalıların programa ilişkin
tavırlarının sonuna gelmek istiyoruz.
İkinci
Parti Kongresi'ne (1903), birliğin zorunluluğu ve aciliyeti üzerine bir
başvuruyla geldiler. Fakat Program Komisyonundaki “terslik”lerinden
sonra Kongreyi terkettiler, ve
son sözleri,
Kongre tutanağında basılan ve yukarıda sözü edilen, kendi kaderini tayini “kültürel-ulusal özerklik”le
değiştokuş etme önerisini içeren bir yazılı açıklama oldu.
1906
yılında Polonyalı Marksistler Partiye girdiler, fakat ne Partiye
girişleri sırasında ve ne de sonra (ne 1907 Parti Kongresinde ve ne de
1907 ve 1908 Konferanslarında ya da 1910 Plenumunda) Rus programının 9.
maddesinin değiştirilmesi konusunda
bir tek kez dahi de olsa tek başvuruda
bulunmadılar!
Bu olgudur.
Ve
bu olgu, bütün boş laflara ve güvencelere rağmen, Rosa Luxemburg’un
dostlarının, İkinci Parti Kongresinin Program Komisyonundaki bu sorunlar
üzerine tartışmaları ve bu Kongrenin kararını yeterli bulduklarını,
sessizce hatalarını kabul ettiklerini ve 1903 yılında Kongreyi
terkettikten sonra,
Parti kanallarından
9.
maddenin revizyonu sorununu asla ortaya atma girişiminde bulunmadan
1906’da Partiye girerek hatalarını düzelttiklerini açıkça kanıtlıyor.
Rosa
Luxemburg’un makalesi, kendi imzasıyla 1908’de yayınlandı – elbette ki
Parti yazarlarının programı eleştirme hakkını inkâr etmek, asla hiç
kimsenin aklından dahi geçmemiştir – ve bu makaleden
sonra da Polonyalı Marksistlerin
tek bir resmi kurumu
bile
9. maddenin revizyonu sorununu ortaya atmadı.
Bu
yüzden Troçki, “Borba”nın 2. sayısında (Mart 1914) yazı kurulu adına
şunları yazarken, Rosa Luxemburg’un kimi hayranlarına gerçek bir ayı
dostluğu yapıyor:
“…
Polonyalı Marksistler ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’nı
kesinlikle her türlü politik içerikten yoksun ve programdan çıkarılmaya
uygun görüyorlar” (s. 25).
İyiliksever
Troçki bir düşmandan daha beter! O, “Polonyalı Marksistler”in aslında
Rosa Luxemburg’un her makalesiyle hemfikir olduklarına dair kanıtlarını,
“özel konuşmalar”dan (yani Troçki’ye her zaman hayat veren
dekikodulardan) başka bir yerden
toplayamazdı.
Troçki
“Polonyalı Marksistleri”, inançlarına ve Partilerinin programına bile
saygı gösterecek durumda olmayan onursuz ve vicdansız kişiler olarak
gösterdi. İyiliksever Troçki!
Polonyalı Marksistlerin temsilcileri 1903 yılında kendi kaderini tayin hakkı
nedeniyle
İkinci Parti Kongresi’ni terkettiklerinde,
o sıralar
Troçki,
onların bu hakkı içeriksiz ve programdan çıkarılmaya uygun bulduklarını
söyleyebilirdi. Fakat sonra Polonyalı Marksistler, bu programa sahip
olan Parti-ye
girdiler
ve gözden geçirilmesi yönünde tek bir önerge vermediler.*
Troçki
neden bu olguları dergisinin okurlarından gizledi? Bunun tek nedeni,
Tasfiyecilerin Polonyalı ve Rus karşıtları arasında ayrılıkların
alevlenmesi üzerine spekülasyon yapmanın ve Rus işçilerini program
sorununda aldatmanın onun için avantajlı olmasıdır.
Marksizmin
hiçbir ciddi sorununda hiçbir zaman Troçki sağlam görüşlere sahip
olmadı, her zaman şu ya da bu görüş farklılıklarının “yırtık ve
yarıklarına sızdı” ve bu arada bir taraftan bir tarafa sıçradı. Şu anda
Bundcularla ve Tasfiyecilerle birliktedir. Fakat bu bayların Parti’yle
pek bir alışverişi yok.
Bundcu Libmann’ı dinleyin:
“Rus
sosyal-demokrasisi – diye yazıyor bu centilmen – 15 yıl önce her
milliyetin ‘kendi kaderini tayin’ hakkı üzerine maddeyi programına
aldığında, herkes (!!) kendi kendisine, bu moda (!!) tabirin ne anlama
geldiğini sordu. Buna yanıt yoktu (!!). Bu sözcük sisler içinde kaldı
(!!). Gerçekten de o zaman bu sisi dağıtmak zordu. Bu maddenin
somutlaştırılabileceği zaman henüz gelmedi – dendi bize o zaman –,
varsın şimdi sis içinde kalsın (!!), bu maddeye hangi içeriğin konması
gerektiğini bizzat yaşam gösterecektir.”
Bu “ufaklığın” Parti programıyla dalga geçişi harika değil mi?
Peki niye dalga geçiyor?
Hiçbir şey öğrenmemiş ve Parti tarihini biraz bile okumamış, ak
sine Parti ve Parti yaşamı konularında karacahil olmanın “adabı muaşeretten sayıldığı” bir Tasfiyeciler çevresinin içine düşmüş
*
Polonyalı Marksistlerin, Rus Marksistlerinin 1913 Yaz Konferansına
sadece istişari oyla katıldıkları ve kendi kaderini tayin (ayrılma)
hakkı sorununda zaten oy vermedikleri ve zaten bu hakka karşı çıktıkları
bildiriliyor. Elbette ki böyle davranmaya ve herşeyden önce bizzat
Polonya’da, onun ayrılmasına karşı ajitasyon yürütmeye hakları vardı.
Fakat bu, Troçki’nin sözünü ettiği şeyin aynısı değil, çünkü Polonyalı
Marksistler “9. maddenin programdan çıkarılması”nı talep etmediler.
yetişkin bir karacahil olduğu için.
Pomyalovski’nin
papaz okulu öğrencisi, “turşu fıçısının içine tükürmüş” olmakla övünür.
Bundcu beyler daha da ileriye gitti. Bu centilmenler alenen kendi
çanaklarına tükürmeleri için Libmannları serbest bırakıyorlar.
Uluslararası bir kongrenin belli bir kararının bulunduğundan, kendi
partisinin kongresinde kendi “Bund”unun iki temsilcisinin (bunlar
“Iskra”nın öyle “katı” eleştirmenleri ve öyle kesin karşıtlarıydı ki!)
“kendi kaderini tayin” düşüncesini tamamen anlayacak ve hatta
onaylayacak durumda olmasından — bütün bunlardan Bay Libmannlara ne? Ve
“Parti yazarları” (gülmeyin!) Parti tarihini ve Parti programını papaz
okulu öğrencileri tarzında ele alırlarsa, Parti’yi tasfiye etmek daha
kolay olmayacak mıdır?
İkinci
bir “ufaklık” daha var, “Dsvin”den Bay Yurkeviç. Bay Yurkeviç’in elinde
herhalde İkinci Kongre tutanakları vardı, çünkü Plehanov’un Goldblatt
tarafından devralınan sözlerini alıntılıyor ve kendi kaderini tayinin
ancak ayrılma hakkı anlamına gelebileceği gerçeğine vakıf görünüyor.
Fakat bu onu, Ukrayna küçük-burjuvazisi arasında Rus Marksistlerine
karşı, onların “Rus imparatorluğunun” devletsel “birliği”ni savundukları
iftirasını yaymaktan alıkoymuyor. (1913, No. 7-8, s. 83 vd.). Elbette
Bay Yurkeviçler, Ukrayna demokrasisinin Büyük Rus demokrasisine
yabancılaştırılması için bu iftiradan daha uygun birşey düşünemezlerdi.
Fakat bu yabancılaşma, Ukraynalı işçilerin
özel
bir ulusal örgüt olarak
ayrılmasını
propaganda eden “Dsvin” çevresindeki yazarlar grubunun tüm politikasıyla aynı çizgidedir.*
Proletaryayı
bölen – “Dsvin”in objektif rolü budur çünkü – bir grup milliyetçi
küçük-burjuvaya, ulusal sorun hakkında onmaz bir karışıklık yaymak
yakışırdı. “Partinin kıyısında durdukları” söylendiğinde “korkunç”
alınan Bay Yurkeviç ve Libmann’ın, programda ayrılma hakkı sorununu
kendilerinin nasıl kararlaştıracakları
*
Bkz. özellikle Bay Yurkeviç’in, Levinski’nin “Nariss rosvitku
ukrainskovo robitniçogo ruchu v Galiçini” kitabına önsözü, Kiev 1914.
(Galiçya’da Ukrayna İşçi Hareketinin Gelişiminin Özeti, Kiev 1914.
— Red.)
üzerine tek sözcük, tek bir sözcük söylemedikleri kendiliğinden anlaşılırdır.
Ve
şimdi üçüncü ve en önemli “ufaklık”, Tasfiyeci gazetenin sayfalarında
Büyük Rus okurların önünde programın 9. maddesiyle “işportacılık” yapan
ve aynı zamanda, “kimi mülahazalardan sonra”, bu maddenin çıkarılması
gerektiği “düşüncesini paylaşmadığını” açıklayan Bay Semkovski!!
İnanılmaz, ama gerçek.
Ağustos
1912’de Tasfiyeciler Konferansı resmen ulusal sorunu ele alıyor.
Birbuçuk yıl boyunca, 9. madde sorunu üzerine, Bay Semkovski’nin
makalesi hariç, tek makale yok. Ve bu makalede yazar programa karşı
mücadele ediyor, ama
“kimi
mülahazalardan
sonra” (herhalde gizli bir dert), onu düzeltme önerilerini
“paylaşmıyor”!! Dünyada böylesi bir oportünizm ve oportünizmden daha
kötüsünün, Partiden vazgeçme, Parti tasfiyeciliği örneğinin kolay kolay
bulunamayacağına yemin edebilirim.
Semkovski’nin ne tür gerekçeler getirdiğini görmek için bir örnek yeter:
“Eğer
Polonya proletaryası – diye yazıyor –, bir devlet çerçevesi içinde tüm
Rus proletaryasıyla birlikte ortak mücadele yürütme niyetinde olsa, buna
karşılık Polonya toplumunun gerici sınıfları Polonya’yı Rusya’dan
ayırmak istese ve bir referandumda (genel halk oylaması) oyların
çoğunluğunu ayrılıktan yana kazansa nasıl olurdu? O zaman biz Rus
sosyal-demokratları merkezi parlamentoda Polonyalı yoldaşlarımızla
birlikte ayrılmaya karşı mı, yoksa, ‘kendi kaderini tayin hakkı’nı
çiğnememek için ayrılıktan yana mı oy vermemiz gerekirdi?” (“Novaya
Raboçaya Gazeta”, No. 71).
Bay Semkovski’nin,
neyin sözkonusu olduğunu
bile anlamadığı buradan görülüyor! Kendi kaderini tayin hakkının, sorunun çözümünü tam da merkezi parlamento aracılığıyla
değil
de, sadece
ayrılan bölgenin parlamentosu aracılığıyla (diyet meclisi, referandum vs. ile) öngördüğünü düşünmedi bile.
Demokraside çoğunluk gericilikten yana olursa “nasıl olurdu” çocukça sorusuyla,
hem
Purişkyeviçlerin
hem de
Kokoşkinlerin salt ayrılma düşüncesini bile caniyane bulduğu gerçek,
hakiki, canlı politika sorunu çocukça bir anlayışsızlıkla gizleniyor!
Elbette bugün
tüm
Rusya proletaryası Purişkyeviç ve Kokoşkin’e karşı değil, aksine
onlardan kaçınarak Polonya’nın gerici sınıflarına karşı mücadele
yürütmelidir!!
Ve
benzeri inanılmaz saçmalıklar var, Bay L. Martov’un düşünsel
önderlerinden biri olduğu Tasfiyecilerin organında. Program taslağını
kaleme alan ve 1903 yılında hayata geçiren, daha sonra da ayrılma
özgürlüğünden yana yazan aynı L. Martov. L. Martov şimdi besbelli şu
kurala göre yargıda bulunuyor:
Bunun için akıllı biri gerekmez,
Read gitmeye amade.
Bırakın gitsin.*
Bırakıyor
Read-Semkovski gitsin ve bir günlük gazetede, programımızı tanımayan
yeni okuyucu katmanları önünde onu çarpıtmasına ve sonsuz derecede
karıştırmasına izin veriyor!
Evet, evet, Tasfiyecilik epey ilerledi — bir zamanlar saygın birçok sosyal-demokratta bile Parti ruhunun izi kalmadı.
Elbette
Rosa Luxemburg Libmann, Yurkeviç ya da Semkovski’yle karşılaştırılamaz,
fakat tam da bu tür kişilerin onun hatalarına sımsıkı sarılmaları
gerçeği, onun hangi oportünizme battığını özellikle açık kanıtlıyor.
10. SONUÇ
Sonuç çıkaralım.
Genelde
Marksist teori açısından kendi kaderini tayin hakkı sorunu hiçbir
zorluk arzetmiyor. Ciddi olarak hiç kimse ne 1896 Londra kararını
yadsıyabilir ne de kendi kaderini tayinden yalnızca ayrılma hakkının
anlaşılabileceğinden ya da bağımsız ulusal devletlerin kurulmasının tüm
burjuva-demokratik devrimlerin bir eğilimi olduğundan kuşku duyabilir.
*
Rus Genarali Read’in 1855 Kırım savaşındaki bir yenilgisini ele alan,
Tolstoy’a mal edilen “4 Ağustos” adlı asker türküsünden.
—Red.
Zorluk
bir dereceye kadar, Rusya’da ezilen ulusların proletaryasıyla ezen ulus
proletaryasının omuz omuza mücadele etmesinden ve mücadele etmek
zorunda olmasından kaynaklanıyor. Sosyalizm için proleter sınıf
mücadelesinin birliğini savunmak, tüm burjuva ve gerici milliyetçi
etkilere direnmek — görev budur. Ezilen uluslarda proletaryanın bağımsız
bir parti olarak ayrılması bazen ilgili ulusun milleyetçiliğine karşı
öyle acımasız bir mücadeleye yolaçar ki, perspektif kayar ve ezen ulus
milliyetçiliği gözden kaçırılır.
Fakat
perspektifin böylesine kayması sadece kısa bir süre için mümkündür.
Çeşitli ulusların proleterlerinin ortak mücadele deneyimi, politik
sorunları “Krakau” açısından değil, tüm-Rusya açısından koymak zorunda
olduğumuzu çok açık gösteriyor. Tüm Rusya çapında politikada egemen
olanlar ise Purişkyeviçler ve Kokoşkinlerdir. Duma’da, okullarda,
kiliselerde, kışlalarda, yüzlerce ve binlerce gazetede onların
düşünceleri egemendir, “ayrılıkçılık”ları yüzünden, ayrılma
düşüncesi
yüzünden
yabancı kökenlilere karşı onların kışkırtmaları propaganda edilir ve
yürütülür. Bu Büyük Rus milliyetçiliği zehiri tüm Rusya’nın politik
atmosferini zehirliyor. Başka halkları boyunduruk altına alan halkın
talihsizliği, tüm Rusya’da gericiliği güçlendiriyor. 1849 ve 1863
yıllarının anısı, eğer araya büyük sarsıntılar girmezse, daha onlarca
yıl her türlü demokratik ve
özellikle sosyal-demokratik hareketi zorlaştırmakla tehdit eden canlı bir politik gelenek oluşturuyor.
Ezilen
uluslardan kimi Marksistlerin bakış açısı bazen ne kadar doğal görünse
de (bunların “talihsizliği” bazen, halk kitlelerinin gözlerinin “kendi”
ulusal kurtuluşları fikriyle kamaşmasından ibarettir), hiç kuşkusuz
gerçekte,
Rusya’daki objektif sınıf koşulları altında, kendi kaderini tayin
hakkının savunulmasının reddi, en kötü oportünizmle, proletaryaya
Kokoşkin düşüncelerinin bulaştırılmasıyla aynıdır. Fakat bu düşünceler
esasında Purişkyeviç’in düşünceleri ve politikasıdır.
Yani Rosa Luxemburg’un bakış açısı henüz başlangıçta spesifik Leh, “Krakau” darkafalılığı*
Tolarak mazur görülebilse de, milliyetçiliğin ve özellikle iktidardaki Rus milliyetçiliğinin her yerde güçlendiği, politikayı
onun
yönlendirdiği bugün, böyle bir darkafalılık düpedüz affedilemezdir.
Gerçekten de bunlara, “sarsıntılar” ve “sıçramalar” düşüncesinden kaçan,
burjuva-demokratik devrimlerin bittiğini ilan eden ve Kokoşkin’in
liberalizmini örnek alan
tüm ulusların oportünistleri sarılıyor.
Büyük
Rus milliyetçiliği, her milliyetçilik gibi, burjuva devlette şu ya da
bu sınıfların egemenliğine göre çeşitli safhalardan geçiyor. 1905’e dek
neredeyse yalnızca ulusal-gericileri biliyorduk. Devrimden sonra ise
ulusal liberaller ortaya çıktı.
Bizde hem Oktobristler hem de Kadetler (Kokoşkin), yani bugünkü tüm burjuvazi gerçekten de bu bakış açısında duruyor.
Devamında ise Büyük Rus ulusal-demokratların ortaya çıkması
kaçınılmazdı.
“Halkçı-Sosyalist Parti”nin kurucularından biri, Bay Pyeşehonov,
(“Ruskoye Bogatstvo”nun 1906 Ağustos sayısında) köylülerin ulusal
önyargılarına karşı tavırda ihtiyatlı olma uyarısında bulunurken bu
bakış açısını dile getirmişti. Her ne kadar biz Bolşevikler köylüleri
“idealize” etmekle de itham edilmiş olursak olalım, köylü yargısıyla
köylü önyargısını, köylülerin Purişkyeviç’e karşı demokratik tutumuyla
köylülerin papazlar ve toprak sahipleriyle barış içinde yaşama çabasını
hep özenle birbirinden ayırdık ve ayıracağız.
Büyük
Rus köylülerinin milliyetçiliğini proleter demokrasi şimdiden hesaba
katmak zorundadır (taviz anlamında değil, mücadele anlamında) ve
olasılıkla daha uzun süre hesaba katmak zorunda kalacaktır.* 1905’ten
sonra çok güçlü hale gelen (sadece, Birinci Duma’da “Federasyon
Özerklikçileri” grubunu, Ukrayna hareketinin, müslüman hareketin vs.
gelişmesini anımsatmakla yetiniyoruz) ezilen
*
Tüm Rusya Marksistlerinin ve ilk planda Büyük-Rus Marksistlerinin
ulusların ayrılma hakkını tanımasının, şu ya da bu ezilen ulus
Marksistlerinin ayrılmaya karşı ajitasyonunu asla dışlamadığını anlamak
zor değildir, tıpkı boşanma hakkının, şu ya da bu durumda boşamaya karşı
ajitasyonu dışlamadığı gibi. Bu yüzden, şimdi Semkovski ve Troçki
tarafından “yeniden ısıtılan”, varolmayan bir “çelişki”ye gülüp geçen
Polonyalı Marksistlerin sayısının kaçınılmaz olarak artacağına
inanıyoruz.
uluslarda
milliyetçiliğin uyanışı, kentte ve kırda Büyük Rus küçükburjuvazisi
içinde de kaçınılmaz olarak milliyetçiliği güçlendiriyor. Rusya’nın
demokratik dönüşümü ne kadar yavaş ilerlerse, çeşitli ulusların
burjuvazileri arasındaki ulusal kışkırtmalar ve ulusal çatışma da o
kadar inatçı, kaba ve acımasız olacaktır. Rus Purişkyeviçlerinin
özellikle gerici karakteri bu arada, komşu devletlerde çok daha büyük
bir özgürlüğe sahip olan şu ya da bu ezilen ulusta “ayrılıkçı” akımlar
ortaya çıkaracaktır (ve güçlendirecektir).
Bu
durum Rusya proletaryasının önüne ikili, ya da daha doğrusu iki yönlü
bir görev koyuyor: Her türlü milliyetçiliğe karşı ve ilk planda
Büyük-Rus milliyetçiliğine karşı mücadele; sadece genelde bütün
ulusların tam hak eşitliğinin değil, aynı zamanda devletin inşasında da
hak eşitliğinin, yani ulusların kendi kaderini tayin, ayrılma hakkının
da tanınması; ve bununla eşzamanlı olarak, tüm ulusların her türlü
milliyetçiliğine karşı başarılı mücadelenin çıkarları doğrultusunda,
proleter mücadelenin ve proleter örgütlerin birliğini, burjuvazinin
ulusal tecrit çabalarına inat, uluslararası bir topluluk halinde en
yakın kaynaşmasını savunmak.
Ulusların
tam hak eşitliği; ulusların kendi kaderini tayin hakkı; tüm ulusların
işçilerinin birliği — Marksizmin, tüm dünyanın deneyiminin ve Rusya’nın
deneyiminin işçilere öğrettiği ulusal program
*
Örneğin Polonya milliyetçiliğinin aristokrat milliyetçilikten burjuva
ve sonra köylü milliyetçiliğine dönüşmesiyle nasıl değiştiğini izlemek
ilginç olurdu. Bizzat kendisi bir Alman Kokoşkin’inin bakış açısında
duran Ludwig Bernhard, “Prusya Devletinde Polonya Kamu Kurumu” adlı
kitabında olağanüstü karakteristik bir olguyu anlatıyor: Leh
köylülerinin tüm kooperatif ve benzeri birliklerinin milliyet, din,
“Leh” toprağı uğruna mücadele amacıyla sımsıkı birleşmesiyle
Almanya’daki Polonyalıların bir tür “köylü cumhuriyeti”nin kurulması.
Alman baskısı Polonyalıları birleştirdi, tecrit etti ve önce
aristokrasinin, sonra burjuvazinin, en sonu da köylü kitlelerinin
(özellikle 1873’te başlayan, okullarda Polonya diline karşı Alman
kampanyasından beri) milliyetçiliğini üretti. Rusya’da da mesele böyle
gelişiyor, ve sadece Polonyalılara karşı da değil.
Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Üzerine
budur. Şubat 1914