Rosa Luxemburg
1 Mayıs 1913
Emperyalizmin vahşi taşkınlıkları arasında, dünya proletaryasının bayramı yirmi
dördüncü kez kutlanıyor. 1 Mayıs’ın kutlanması yolunda bir çağ açan kararın
alınmasından bugüne kadar geçen çeyrek yüzyıl içinde meydana gelen olaylar,
tarihin akışında önemli bir evreyi oluşturuyor. 1 Mayıs gösterileri ilk kez
yapılmaya başlandığında, Enternasyonal'in öncüsü olan Alman işçi sınıfı da,
aşağılık bir olağanüstü yasanın (Anti Sosyalist yasa) zincirlerini kırıyor ve
özgür, yasal bir gelişme yoluna giriyordu. Dünya pazarında 1870'lerdeki bunalımı
izleyen uzun çöküntü dönemi aşılmış ve kapitalist ekonomi, yaklaşık on yıl kadar
sürecek olan olağanüstü bir büyüme evresine girmişti. Öte yandan, dünya
barışının bozulmadığı yirmi yıllık bir dönem boyunca insanlık modern Avrupa
devlet sisteminin kan içinde vaftiz edildiği savaş dönemlerini hatırlayarak,
derin bir soluk almıştı. İnsanlığın barışçı-kültürel bir gelişim yolunda
ilerlemesi için engel yokmuş gibi görünüyordu; sosyalizmin safları içinde, emek
ile sermaye arasında akılcı, barışçı bir tartışmanın yaşanabileceği umutları ve
yanılsamaları filiz veriyordu. 1890'ların başlarına damgasını vuran, “iyi niyete
elini uzatmak” gibi önerilerdi. 1890'ların sonlarına damgasını vuran ise,
“sosyalizme yavaş yavaş, adım adım ilerleme” vaatleriydi. Bunalımların,
savaşların ve devrimlerin geçmişte kaldığı, bunların modern toplumun doğum
sancıları olduğu varsayılıyordu; parlamentarizm ve sendikalar, devlet ve fabrika
içind eki demokrasi, yeni ve daha iyi bir düzenin kapılarım açacak sanılıyordu.
Olayların gelişimi, bütün bu hayalleri korkunç bir sınavdan geçirdi. 1890'ların
sonunda, vaat edilen sessiz, sosyal reformlarla sağlanacak kültürel gelişme
yerine, kapitalist çelişmeleri son derece keskinleştiren vahşi bir dönem başladı;
toplumun temellerinde görülen bir fırtına ve gerilim, bir patlama ve çarpışma,
bir sallantı ve sarsıntı. 1890'ları izleyen dönemde, on yıllık ekonomik refah
döneminin karşılığı, dünya çapında yaşanan iki şiddetli bunalımla ödendi. Dünya
barışının sağlandığı yirmi yıllık bir dönemi, geçen yüzyılın sonlarındaki altı
kanlı savaş ve yeni yüzyılın başlarındaki dört kanlı devrim izledi. Sosyal
reformlar yerine komplo yasaları, ceza yasaları ve ceza uygulaması; sanayi
demokrasisi yerine sermayenin tekellerde ve büyük işveren birliklerinde
yoğunlaşması ve uluslararası çapta dev lokavt uygulamaları. Ve devlet içinde
demokrasinin yeniden gelişmesi yerine, burjuva liberalizminin ve burjuva
demokrasisinin en son kalıntılarının da sefilce yıkılışı. Özellikle Almanya'da
1890’lardan sonra burjuva partilerin kaderi şöyle oldu: Nasyonal Sosyalistlerin
doğuşu ve derhal umutsuzca dağılışları; “radikal” muhalefetin bölünüşü ve
parçalarının geriliğin batağında yeniden birleşmesi; ve nihayet “merkez”in
radikal bir halk partisi olmaktan çıkarak tutucu bir hükümet partisine dönüşmesi.
Diğer kapitalist ülkelerde de partilerin gelişiminde benzer bir değişim görüldü.
Bugün devrimci işçi sınıfı, kendi karşısında düşmanca kenetlenen hâkim
sınıfların gericiliğine ve sinsi dolaplarına direnirken, genellikle tek başına
kaldığını görmektedir.
Gerek ekonomik gerekse siyasal alandaki tüm bu gelişmelere damgasını vuran ve
sonuçların indirgeneceği formül, emperyalizmdir. Bu, yeni bir unsur, ya da
kapitalist toplumun genel tarihsel yolunda görülen beklenmedik bir dönüş değil.
Silahlanma ve savaşlar, uluslararası çatışmalar ve sömürge politikası,
kapitalizmin tarihine beşikten beri eşlik etmiştir. Modern toplumun gidişinde
yeni bir dönem yaratan olgu, bu etkenlerin aşırı biçimde yoğunlaşması ve bu
çelişmelerin birbirini daha da sıkıştırarak dev boyutlarla üstüste yığılmasıdır.
Emperyalizm olgusu, yoğun bir sermaye birikiminin ve bununla birlikte giden
çelişmelerin –içte sermaye ile emek rasında, dışta kapitalist devletler arasında–
çoğalması ve keskinleşmesinin hem nedeni, hem de sonucu olan, diyalektik bir
etkileşim içinde, son aşamayı, yani dünyanın saldırgan sermaye tarafından
paylaşılmasını başlatmıştır. Aralarındaki rekabet bütün kapitalist ülkelerde,
kara ve denizlerde aşırı bir silahlanma yarışını başlatmış ve kanlı savaşlar
zinciri, Afrika'dan Avrupa'ya dek yayılmıştı. Bu durum tüm dünyayı bir anda
ateşe verebilecek olan kıvılcımı her an yaratabilir; üstelik yıllardır
yenilemeyen bir enflasyon hayaleti, tüm kapitalist dünyayı kaplayan kitlesel
açlık hayaleti –bütün bunlar, yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra, dünya işçi
bayramının kutlanacağı günün yaklaştığını gösteren işaretlerdir. Ve bütün bu
işaretler, canlı gerçekliğin ve 1 Mayıs düşüncesinin gücünün ateşli bir
kanıtıdır.
1 Mayıs düşüncesinin dayandığı muhteşem temel, proleter kitlelerin kendi
kendilerine, doğrudan ileri adım atmalarıdır; günlük parlamenter süreç içinde
devletin engellemeleriyle atomize olan ve kendi iradelerini ancak oy kullanıp
kendi temsilcilerini seçerek ortaya koyabilen milyonlarca işçinin
gerçekleştirdiği siyasal kitle eylemidir. Fransız Lavigne'nin Enternasyonalin
Paris Kongresinde yaptığı harikulâde önerisiyle, proletaryanın iradesinin bu
parlamenter ve dolaylı ifadesine, dolaysız, uluslararası bir kitle gösterisi
eklendi: sekiz saatlik işgünü, dünya barışı ve sosyalizm için bir mücadele aracı
ve ifadesi olarak grev.
Ve fiiliyatta bu düşünce, bu yeni mücadele biçimi, son on yıl içinde ne büyük
bir yükseliş kaydetti! Kitle grevi, siyasal mücadelenin uluslararası düzeyde
kabul olunan, zorunlu bir aracı haline geldi. Bir gösteri ve bir mücadele silahı
olarak kitle grevi, son on beş yılda tüm ülkelerde farklı biçim ve ölçülerde
tekrarlandı. Kitle grevi, Rusya'da, proletaryadaki yeni devrimci canlanmanın bir
işareti olmuş, Belçika proletaryasının elinde inatçı bir mücadele aracı haline
gelmiş, ve böylece canlı gücünü bugün de ispatlamıştır. Ve bugün Almanya'daki en
son ve en yakıcı sorun –Prusya’daki oy hakkı–, daha önceki yarımyamalak işleyiş
nedeniyle, mümkün olan tek çözüm yolunun Prusya proletaryasının kitle grevine
dek yükselecek bir kitle eylemi olduğunu açıkça ortaya çıkarmıştır.
Bunda şaşılacak bir şey yok! Son on yıl içinde emperyalizmin bütün gelişimi ve
genel eğilimi, uluslararası işçi sınıfını şu gerçeği gittikçe daha açık ve seçik
görmeğe yöneltti: Emperyalist politikanın korkunç baskısına karşı proletaryanın
doğru cevap vermesini sağlayabilecek olan, yalnızca, geniş kitlelerin bizzat
sahneye çıkışı, kitle gösterileri ve kitle grevleridir: bunlar devlet iktidarı
için verilecek devrimci mücadeleler dönemini zorunlu olarak er veya geç
başlatacaktır. Şu andaki çılgınca silahlanma ve savaş taşkınlıkları karşısında,
dünya barışının sürmesini sağlayabilecek ve bir dünya yangını tehdidini
defedebilecek olan, yalnız ve yalnızca, emekçi kitlelerdeki mücadele kararlılığı,
onların güçlü kitle eylemlerini gerçekleştirme yetenekleri ve buna hazır
oluşlarıdır. Ve uluslararası birliğin bir ifadesi olarak, barış ve sosyalizm
mücadelesinin bir aracı olarak 1 Mayıs düşüncesi, kararlı kitle eylemleri
düşüncesi, Enternasyonalin en güçlü askerleri arasında, yani Alman işçi sınıfı
arasında ne kadar çok kök salarsa, er ya da geç patlak vermesi kaçınılmaz olan
dünya savaşının emek dünyası ile sermaye dünyası arasındaki proletaryanın
zaferiyle sonuçlanacak nihai mücadeleye yol açacağı o kadar kesin olacaktır.
24 Ocak 2014 Cuma
Rosa Luxemburg:1 Mayıs
15:46
Mersin Üniversitesi Haber Portalı