Barbüs'ün Ölümü Ve Dünya
Barbüs'ün ölüsü önünde: "Üç gün iki geçe devrimci Matem Marşı, bir dakika bile susmadı." Ve bütün çalışan Moskova - bizde ancak vurguncu fırıncılar önünde ekmek alınırken görülen - bir üşüşme ile ordu oldu, geçit yaptı.
Barbüs Fransızdı. Moskova, Fransa değildi. Neden bu coşkun yas?
Barbüs'ün ölüsü ardında: "Kızıl bir bayrak ve başak ormanı içinde, komünistinden sosyalistine ve radikaline kadar, yumruklarını havaya sıkmış" 300 bin Parisli insan ırmağı saatlerce, taşa taşa aktı.
Barbüs komünist idi. Paris, henüz komünayı boğan bir emperyalist ocağıdır. Bu gün Habeş katliamında, Mussolini faşizmine 1 milyar kredi açan gerici hükümeti merkezinde, bir bolşevik uğruna, bu yüzbinlerce insana Paris'i çiğneten nedir?
Yeryüzünün beşte dördünü tutan Emperyalist dünyasından hiç bir hükümet şefı, hiç bir devlet başkanı, ülke kralı veya Roma papası, Barbüs'ün adına bir başsağlığı göndermedi. Fakat, Çin kulisinden, Arjantin köylüsüne kadar yeryüzünün beşte birini dolduran milletler ve insan toplulukları içinde nerede bir yığın örgütü dünyaya geldiyse, oradan sol Fransız gazetelerine, Barbüs'ün ününü yücelten ve insanlığın olgun bilincini bir alev bayrak gibi yükselten bereketli bir Hommage (saygı) sağanağı, haftalarca süre ile bardaktan boşanırcasına yağdı.
Bu milletleri kim zorladı? Barbüs dünyayı bu kadar nasıl sardı?
Barbüs Ve Entellektüellerimiz
Ne "Barbüs'ün "Ateş"ini okumayan bir işçinin... kafası yarımdır."(1) demek, ne, "Ben de aşağı yukarı aynı yollarla aynı neticeye gelmiştim"(2) sanmak; ne "unutmayalım ki
(BARBÜS) üstad siyasi değildir, politikacılık etmiyor... ezcümle menfaatsizdir (?!) (3) saçmasını savurmak, ne de Barbüs'ü "ta başından itibaren (4) komünizmin ateşinin bir koruyucusu" ve "bütün dünyada"ki emperyalizm düşmanlığının en... en... en... büyük "Ruhu" saymak hem kafamızı doyurmaz, hem de gerçek Barbüs'ü aydınlatmaz.
Barbüs deyince bizim aklımıza "sapına kadar adam yok!" dedikleri "adam" gelir.
"Bizde adam yok!"
Niçin? İşte, bize bunu, yani; adam olmayı, Barbüs pekala öğretebilir. Ve biz yalnız bu kadarcığını olsun anlayabilir ve anlatabilirsek, ancak o zaman, Barbüs'ü ağzımıza almakla geviş getirmeyi birbirinden ayırt edebiliriz.
"Büyük adam, küçük adam..." Barbüs, ne büyük, ne küçük adam, sadece: Adam'dır.
Onun için, bizde resmi otoriteliliğin veya şarlatanlığın dışında, ezilen yığınların gönlünde "adam olmak" veya "adam görmek" isteyenlere bir güzel örnek: Barbüs'tür.
Barbüs'ün Tarih Öncesi
Barbüs, 62 yaşında bir devrim delikanlısı olarak öldü. Fakat Barbüs "ta baştan itibaren" Barbüs değildi. hatta onun gençleşmesi bile "ta baştan itibaren" olmadı. Tersine, Barbüs 35 yaşına kadar ihtiyardı. Ondan sonra doğdu ve gitgide gençleşti. 35 yaşına kadar Barbüs "Ağlayan kadınlar":Pleureuses" (şiir), "Yalvaran Erkekler:Suppliant" (Roman) sınırlarında sızıldanmıştı.
20 yaşında (yani Ağlayan Kadınlar'ı) yayınladığı 1895 yılında -kendi deyimi ile- "sessizliği öldür"erek edebiyata girdi:
"Çılgın acımalar besleyen;.
Yıldızlı bir ışıkla uçan gönlüm için
Sözler büyük bir rahatlık veriyor;
Oysa ben henüz konuşmuyorum."
şiiri ile sahneye atılan Barbüs, "henüz" iyimser gözükür.Yalnız biraz sorup anlamaya yönelik olan mantığı onu düşündürür:
"Ey! henüz söylenmemiş sözlerin
Daima hazır olan okşamaları ;
Ey! yarini bir hazine gibi görmenin
İnsana getirdiği büyük ve mutlu bayram...
Henüz elde edilmemiş zaferler,
Henüz esrarengiz duran sahalar,
Tüm hoşa giden sözverişler..."
(Sessizliğin Ölümü)
Ancak, kitlelerin, hayatın, hareketin dışında kalmış bir "ölü edebiyat"tan ne çıkardı? Tam 15 yıl, tanesiz bir değirmen gibi hep söylenmemiş sözler öğüten Barbüs de en sonunda bıktı, usandı. İnsanın adeta kendi kendine "konuşmuş" olması ile "büyük bir rahatlık" duyamayacağını artık o da anlamıştı. Yarına harcanmayan bir "acıma ve ışık" "yarına bir hazine" yapamıyordu. Bu sebeple, köşeye çekilerek geçen 15 edebiyat yılı, gerçekten "esrarengiz saha"ları, "hoşa giden söz verişler"i ve "elde edilmemiş zaferleri" ile Barbüs'ü vakitsiz "ihtiyarlatmak"tan başka bir şeye yaramadı.
1908'de Cehennem'ini yayınladığı ve "yüksek bir şiir şekline ve güzelliği inançlarla kucaklaştıran bir esere inanıyorum" dediği zaman Barbüs, hala, aşağı kalabalıkların "biz"liğine inememiş bir, "ben" idi:
"-İşte ilk ve son çığlığıııtız: Ben!" (Cehennem)
Ve, sadece "ben" olarak kalmanın "hiç"liği önünde, Nirvana'yı özleyen bir doğu dervişi gibi Mistisizme gömülüp, susuyordu:
"Öyle sanıyorum ki, çevremizde, dört bir yanda birtek kelime var, yalnızlığımızdan sızıp çıkan ve en sevinçli anlarımızın üstündeki peçeyi sıyırıp atan tek kelime; Hiç!"
(Cehennem)
Sağı solu, önü arkası hiç olan, yeri göğü hiçlikle dolu gören bir insan için yaşama ve varlık ne kelime? Gene hiç! Onun için, 35 yaşındaki Barbüs'ün gözünde din safsatalarının uydurduğu "din yalanlarının", "din küfürlerinin kullandıkları" cennet ve cehennem deyimleri gerçekte: Hayat ve ölüm, demekti. Ama herkesin sandığı gibi değil, Barbüs'ün anladığı anlamda, yani: Hayat = Cehennem; ölüm = Cennet idi.
"Kiliselerin büyük mezarı içine götürdüğümüz şeyden başka cennet yoktur. Yaşama korkusundan başka cehennem yoktur."
Barbüs yaşıyordu. Demek bir cehennenün içinde idi. Ve şu halde yazabileceği roman da ancak bir Cehennem olabilirdi.
Buraya kadar gelen Barbüs'te şu dört özelliği buluyoruz:
1- Barbüs "sessizliği haykırtan" kuvvetli bir yazar idi: "Bende bazen yüce bir şey vardır" derken yanılmıyordu.
2- Hayattan usanmıştı: İnsanları, "ışığı tanrılardan çalan, barsaklarında her an birbirinden başka yeni bir acı duyan, akşamdan akşama paramparça olan "Promete'ye" benzetiyordu. Fakat insanlık niçin böyledir? Onu açıklayamıyordu. Promete'nin ciğerini yiyen "puhu kuşu, sanki babasının yuvasına giriyormuş gibi insanın üzerine uçuyor" da ondan... sanıyordu: Barbüs'e göre bu "puhu" insanın "arzu"su idi.
"Bizim, arzu yüzünden hep böyle olduğumuz muhakkak."
Nerdeyse: Allah pes, baki heves diyecek.
Fakat, hemen ümidi kesmeyelim. Barbüs, Promete'ye özeniyor. İyi belirti. Çünkü Karl Marx da iliklerine kadar idealist olduğu 25 yaşlarında Promete'yi ideal insan sayıyordu.
3- Gerçek aşıkı ve arayıcısı idi: "Esrarengiz ilham yok. Gerçeği çaldım. Bütün gerçeği çaldım" dediği zaman bile gene kendi kendine sormaktan geri kalamıyor:
"Kim, her şeyi söylemek cesaretini gösterecek? Her şeyi görmek dehası kimde olacak!"
Her şeyi görmek ve söylemek ülküsü: İşte Barbüs'ü o çilekeş mistisizm denizinden kurtaracak yol...
4- İnsanın dışında birşey tanımıyordu: "Fakat ne hirafevi puhu, ne tanrı var" dedikten sonra:
"İnsancıl özlemin incilini, bizi hayattan hayata, yapıp ettiklerimize doğru iten şeyin: müthiş ve basit incilini kim yazacak?" sorusuna, sanki bir insan kültüne, insanı Allahlaştırarak gerçekleştiren bir laik tarikata varıyordu. İnsanm etrafındaki herşeyi, hiçe sayan Barbüs, bu hiçliğin ne demek olduğunu Cehennem'in son cümlesinde şöyle yasalaştırıyor:
"Hiç. Öyle sanıyorum ki bu ne yokluğumuz, ne felaketimizdir, tam tersine, bizim gerçekleşmemiz ve ölümsüzleşmemizdir, çünkü her şey bizdedir."
Bu insan kültü, acaba bir hümanizm = insaniyetçilik ışığı mıydı? Ve acaba bu ışık, yukarıda işaret ettiğimiz yolu, dünya devrimi meydanına gidinceye kadar aydınlatacak mıydı?
Görüyoruz o kadar kuvvetli psikolojik tahlilleri ve coşkun realist üslubu ile herkesin dikkatini çeken Cehennem'inde bile genç Barbüs: Toplum ortasında yapayalnız kalmış, bir çatlağın aralığından dünyayı seyreden ve bir deliğin önünde çarmıha gerilmeye can atan" (5) melankolik, romantik, kötümser, bezgin, karanlık... aşınmış bir dağ gibi hasta ve ihtiyarlamış gözükür.
Bu aşınmış, ihtiyar dağın üzerine düşen bir yıldırım: Evren savaşı! Onu birdenbire canlandırdı, çimlendirdi. Bambaşka bir dünyanın renk ve hayatı ile çiçeklendi: Hasta vücudunu çürüten kuvvet ve ateş, gerçek Barbüs'ü diriltti, kurtardı ve yükseltti... Barbüs ondan sonra Barbüs oldu.
Barbüs Platonik Veya Dönek Değildir
Bu sanki "Barbüs'ün prehistory'si" sayabileceğimiz geçmişi hatırlamak, onu küçültmez. Çünkü bu durum, içinde yaşadığı çevrenin, az çok tarihsel bir zorunluluğu idi. Fransa, halen küçük burjuvazisi çoğunluk olan bir ülkedir. Orada bütün ve büyük bir devrim göreneği ve düşüncesi ile kökleşmiş, asır görmüş bir burjuvazi ağır basar. Küçük burjuva entellektüeli Barbüs, hakim etkilerden pek kolayca yakayı sıyıramazdı. Kapitalizm'in ise çatır çatır sallanıp dökülmeye başladığı ilk evrensel iflas krizi ancak evren savaşı ile açılmıştır. Onun için, İzvestiya gazetesinde Karl Radek'in dediği gibi; Evren savaşı biter bitmez:
"Barbüs'ün derhal komünist olmayışına da hayret etmedik. Bu Fransız aydının, henüz kendisini ciddi ve çetin komünist ordusundan ayıran bir hayli prejüzeleri vardı. O aydınlık arıyordu. Fransız uygarlığının güzel geleneklerine varis olan ansiklopedistlerin yerini tutan Barbüs, dünyayı savaşın dehşetlerinden kurtaracak manivelayı kamuoyunun teşkilatlandırılmasında arıyordu... Fakat en sonunda anladı ki..."
İnsaniyetçilik, saldırana meydanı boş bırakan bir teslim bayrağından ibarettir. Ve o zaman, yani 1922'de Komünist Partisine girmek istedi ve girebildi.
Fakat Barbüs'ün karakterli devrimciliği asıl ondan gözükür. Barbüs'ün geç gelmesi değil, geldikten sonraki gelişimi önemlidir. Bu bakımdan, bizdeki bazı bulaşık unsurların bastırdıkları kara çukurla, Barbüs'ün bulutlara eren başını karşılaştırmak bile gülünçtür. Fakat öyle bir karşılaştırma yaparsak, Barbüs'ü özellikle şu iki noktada tertemiz ve yüce buluruz:
1- Barbüs, başında şöhret olmadığı sürece bazı temelden hokkabazlıklara başvuran ve bir baltaya sap olur olmaz nevri dönen külah kapıcı bir aydın değildi. Tam tersine, Barbüs, edebi bir güç olduktan sonra dahi, bu gücünü sonuna kadar kullanmak imanı ile devrim cephesine geçti.
2- Barbüs'ün idealistliği, bir mektep kaçkınının toyca heveskarlığı, saman alevi gibi yanıp sönen bir "gençlik heyecanı", satılık bir blöf, sahte bir sabun köpüğü değildi. Biraz havalanınca, çıktığı yeri unutan, kitle'den çaldığı nefesi, kendi "ruhu" sanan bir balon değildi.
Barbüs bir kez yönünü bulduktan sonra geriye kaçışlarla bocalamadı. Bir gülle gibi hedefine atıldı ve yörüngesini kaybetmeksizin düşmanın başı üzerinde kronometrik bir şarapnel gibi patlamayı bildi.
Barbüs Nasıl Barbüs Oldu?
Barbüs'ü "Cehennem"den kurtaran ve bizim Barbüs yapan şu üç şart'tır:1-Kitle ve hareket adamı olmak; 2-Teşkilat adamı olmak; 3-Enternasyonal adam olmak.
I- Hayat ve kitle adamı oldu: Barbüs, bir yazardır. Fakat direktif yukardan değil, aşağıdan, hayatın ve kitlenin kendisinden alır. İki yıl, cephenin ateş hattında, "Puvalü" denilen evren savaşının Fransız Mehmetçikleri ile omuz omuza dövüştü. Ancak ondan sonra :
"Milletler, kendilerini şu veya bu şekilde çalıştırıp soyanların derisini aşarak sömürücülerin göbeği üzerinde anlaşacaklardır." düşüncesi ile yazdığı "Ateş"inde, o satırlardaki ilhamın kimden geldiğini şöyle anlatır: (Ağzı şekerci dükkanı kokan bir Puvalü siperde Barbüs'e emekleyerek yaklaşır:)
"-Hişt hemşeri; bana bak! Sen madem ki yazarsın, ilerde askerlere dair de yazacak, bizden bahsedeceksin, değil mi?
-Elbette yavrum. Senden, bizim can yoldaşlarından ve hayatımızdan bahsedeceğim.
-Bana bak! Şey...
Puvalü başı ile, not almakta olduğum kağıtları gösteriyor. Kalemimi boşta tutarak onu dinliyorum. Bana bir sorun açmak istiyor.
-Bana bak! Kusura kalma hemşerim... Senden bir dileğim var. Diyeceğim şu: Eğer kitabında bizim imanı yokları konuşturacaksan, onları olduğu gibi mi söyleteceksin, yoksa usturublayacak mısın? Malum ya; biz, kaba saba laf ederiz...
-Anam babam; ben, kaba olsun maba olsun her lafı yerli yerine koyacağım, çünkü doğrusu budur.
Ama, hişt bak! Böyle edersen, sen ayar tipler, işin doğrusuna bakmazlar da, sana, domuz herifin biri demezler mi?
-Olabilir, fakat, gene ben öyle diyeceğim ve o tiplere aldırmayacağım." (Le Feu)
İşte Barbüs, kitleyi böyle dinledikten ve yangını gördükten sonradır ki, ışığa kavuştu:
"Koyu karanlık iki bulut yığını arasından sakin bir aydınlık sızıyor. Bu ışıktan çizgi ne kadar cılız, ne kadar yaslı, ne kadar zavallı ve düçünceli olursa olsun, gene gösteriyor ki, güneş vardır. " (Le Feu'nün
son sözü,1915 Aralık)
Bunun için Barbüs'ün Ateş'i bütün Fransa'da ve bütün dünyada, bunalan gözleri kamaştırıcı bir şimşek keskinliği ve çabukluğu ile yankılar uyandırdı.
II-Barbüs, hareket ve teşkilat adamı oldu:
1916'da çıkan Ateş, 1917'de edebi Gonkur ödülünü kazandı. Fakat Barbüs, bizim edebiyat Donkişot'ları gibi, bu zaferceğizin üstüne manda gibi yatmadı. Kitle yaylımına borçlu olduğu ününü, Bab-ı Ali kaldırımlarında kaşık kaşık yiyerek ense ve kese şişirmeğe bakmadı. Barbüs, bizim Donkişotların rüyalarında bile göremeyecekleri kadar kuvvetli, kudretli ve doğrucu, yüksek verimli bir eli kalem tutardı: Birer ok gibi hedeflerine giden Aydınlık, Olan Olacak, Bir Savaşçının Sözleri, Zincirleme ribi romanları yanında; İsa, İsa'nın Yudaları, Ulüv, Zola gibi yazıları da yaratıyordu. Fakat yakından bakılırsa Barbüs, anarşik bir ün lazımlığı içinde kuru edebiyat kakası karıştırmakla birşey yapılamayacağına inananlardandı. Bu sebeple edebiyat silahını, bütün ezilen ve bunalan kitlelerin kaynaşan hareketi içinde, ezilenlerin bilinçli birliği ve teşkilatı uğrunda usta bir silahşör gibi kullanmayı bildi.
A - Ateş : Büyük emperyalist savaşında, adsız askerin için için isyanını anlatır. Ateş'in aydınlattığı zemin üzerinde, daha Gonkur ödülünü aldığı yıl (17 Mart) A.R.A.C. (Cumhuriyetçi eski savaşçılar derneği)ni kurdu. 1 Mayıs (1919) dolayısiyle Lyon'da eski savaşçılar ve savaş yaralılarının ilk kongresini açtı. Yani, Ateş'te canlandırdığı savaş ezilenlerinin dileklerini, hayatta yasalaştırdı.
B-Aydın1ık (k1arte):1920'den beri hak ve adalet uğruna birleşmeye çağırıyordu. "Fikir işçilerini proleterya ile yanyana, Fas savaşına karşı durmaya çağırışı" 1925 Temmuzunda Fas sömürge halkını kılıçtan geçiren Fransız emperyalizmine karşı ana vatan aydınlarını, işçi sınıfı ile birleşmeye çağırıyordu. Emperyalist savaş aleyhtarlığı lafta kaldıkça neye yarardı. 27 Ağustos 1932'de Amsterdam'da Romen Rolland'la beraber, "emperyalist savaş aleyhtarları kongresini" teşkilatlandırdı ve emperyalist savaş aleyhtarları dünya komitesinin bâşkanı oldu.İşte Aydınlık vs. edebi tezlerini de böyle gerçekleştirdi.
C - Cellatlar: Balkan emperyalist bızdıklarının devrimci ezilenlere karşı yaptıkları işkenceleri, yerinde görerek anlatıyor ve reddediyordu.
Faşizm kurbanlarinı kurtarmak için, yalnız Cellatlar'ı yazmakla kalsaydı, kendi kendine ihanet etmiş olurdu. 4 Haziran 1933'de Paris'te "Faşizm aleyhtarı enternasyonal kongresine" önayak olan Barbüs, o zamandan beri, "bütün anti faşistler ile Thaelmann'ı kurtarmak için, enternasyonal komite"nin başında çalışıyordu.
1928'den beri Mond, kültür uğruna faşizme savaş açtı ve açıyor ilh...
Görülüyor ki Barbüs adeta içgüdüsü ile, arkasından bir organizasyon getirmeyen ajitasyon-propogandanın, sıfır olacağını anlıyordu, Onun için her edebiyat atılımını bir kitle hareket ve teşkilatı ile hızlandırmayı bildi.
Böylece Barbüs'de, ajitasyon-propaganda ile organizasyon birbirlerini tamamlayarak kuvvetleniyordu.1932'de"Devrimci Yazar ve Sanatkarlar Derneği'ni"ni kuranlardan biriydi. Aynı teşkilatın teorik organı olan Komün'ü de Gorki, Romen Rolland ve Andre Jit'le birlikte; Barbüs yönetiyordu.
Onun için Barbüs, Dimitrof'un -nedense Türkçeye çevrilirken kesilip atılmış olan (6)- sözlerinde işaret ettiği gibi şu iki basit gerçeği hayatı ile ispat etti.
a - Gerçek artist, kitle hareketinden ayrılamaz.
b - Gerçek artist, yalnız sözde değil, özde, işte ve dövüşte de artisttir.
III - Nihayet Barbüs, enternasyonal bir kan oldu: Daha ilk, "Cumhuriyetçi eski savaşçılar derneği"ni kurarken, Barbüs savaş biter bitmez, bütün Fransa'nın ve dünyanın savaşçılarını birleştirmek prensibini ortaya attı. Nitekim 1920 yılının işçi 1 Mayıs'ında Cenevre'de "Eski Savaşçılar Enternasyonali" şeklindeki birbiri ile döğüşenleri, elele verdirmeye girişti.
O, inançlarını fare deliğinde saklayan tavan arası aydınlardan değildi.
1920-21 yılından itibaren, III'üncü Komünist Enternasyonali'nin safları arasında yeni bir dünya kurmaya gittiğini, dünyaya bildirdi. Sovyetler'e iftira bulaştırmak isteyen kirli insanlara, "işte bakın, Gürcistan'ı ve Rusya'yı ne yaptılar" eseri ile cevap verdi.
Ezilen Fas ulusu ile birlikte Fransız emperyalizmine karşı çıktı. Balkan'da cellatların elinde inleyen devrim kurbanlarının yanına koştu. Enternasyonal İşçi Yardımı'nın Antiemperyalist Lig'in kurucularından oldu.
Sağlığının eriyip çürümesine rağmen 1922 ile 1930 arasında; Anti-emperyalist, faşizm düşmanı olan, veya savaşçıları toplayan bütün enternasyonal kongrelerde militanlık yaptı. "Enternasyonal emperyalist savaş aleyhtarları" teşkilatları ile, faşizm aleyhtarları teşkilatını, bir tek savaş ve faşizm aleyhtarları şeklinde birleştirmek girişimi ondan geldi.
Hastalığına bakmayarak 1933 sonbaharında "Amerikan savaş ve faşizm aleyhtarı ligi"ni kurmak için Amerika'yı baştan başa dolaşan ve mitinglere katılan, o idi.
"Savaş Aleyhtarı Gençlerin Enternasyonal Kongresi"ni o canlandirdı. 1934 yazında - bizde panik uyandıran- "Dünya Kadınlar Kongresi" ile "Brüksel Üniversiteleri Kongresi"ne aktif surette katıldı.1935 yılının 30 Ağustos'unda, veremli ve arteryas-kleoritik ciğerlerini buzlu Moskova'nın kızıl yüreğine feda ederek, VII. Komitern Kongresi uğruna devrim şehidi giden de o oldu.
Barbüs'ün Ana Fikirleri
Barbüs, dünya devriminin yazarı idi. Niçin? Barbüs, son "Enternasyonal Yazarlar Kongresi"nde öz olarak edindiği bu düşünceyi, ta Aydınlık'tan Mond'a kadar gelen uzun edebi savaşlar ile savunur. Barbüs; birlik, düşmanlık ve dostluk denilebilecek baslıca üç şey etrafında seferber olur. Bu seferberlikte onun sloganı: İnsanlık kültürünü korumaktır. Barbüs'ün elinde tuttuğu ve yükselttiği meşale, kültür'dür. Fakat kültür deyince akla hayattan kopmuş, soyut, metafizik, mutlak ve ölü bir kalıp gelmesin. Tam tersine, Barbüs'te kültür, bugünkü büyük ve devrimci sosyal politik savaşın edebi ifadesi, ta kendisidir. Çünkü Barbüs artisttir. Kültür meselesinde Barbüs'ün diyalektik hareket mantığı şunlardır:
1 - Tez: Şovenizm- savaş ve faşizm düşmanlığı.
2 - Anti-tez: Kafa ve kol işçilerinin birliği.
3 - Sentez : Sovyet ve ezilen ulusların kurtuluşu dostluğu.
Barbüs, emperyalizmin şoven, militarist ve faşist hareketlerine, yani kapitalizmin özüne düşmandı. Çünkü o hareketler ile, o öz; kültürü mahvetmek üzere idiler. Kapitalizmin bu kültür düşmanlığına karşı nasıl durulabilirdi ?
Ancak bir tek yol ile; bütün kafa ve kol çalışanlarının (aydınlar ile işçi ve köylülerin) tek cephe ve tek ordu olmaları ile. Bütün dünya gericiliğini durduracak olan en geniş çalışanlar birliği, ne şekilde gerçekleşebilir? Sosyalizm biçiminde. Barbüs onun için Sovyet dostu idi ve emperyalizme savaş açan geri memleket ve sömürge isyanlarının dostu idi.
Barbüs bir aydın sıfatı ile bu düşüncelere nasıl erişmiştir? Onu bizzat kendi ağzından dinleyelim. Barbüs'ün sanat anlayışı üç noktada toplanabilir:
Sorunu şöyle koyar:
1 - "Bu günün ve yarının yazarına düşecek görev, realiteyi olduğu gibi ayırt etmek olduğuna göre, yazar sosyal gerçekliğe bakınca görür ki, bu olan biten, esas itibarı ile birbirinden farklı iki eğilimden, iki kımıldanıştan, bu ikisi arasında bir dövüşten ibarettir. Bu kurulu düzeni. muhafaza etmek isteyenler var, bir de; o düzeni adalet ve genel çıkar yönünde değiştirmek isteyenler var."
Yani bir devrim isteyenler, bir de istemeyenler var. Bu iki kampı görmeyen yazar, içinde yaşadığı devrin en büyük gerçekliğini anlamıyor demektir. Böyle bir yazarın tonla kağıt tüketen bir kalem efendisinden, veya efendisinin dikte ettiği hesap pusulasını dolduran câhil kahya ve uşaktan farkı yoktur. Böyle kimseler, hiç olmazsa yazarlığın adını pislemesin, gitsin daha namusluca başka işlerde çalışsınlar. Bu gün ve yazarın yazar olmanın ilk şartı, devrimle gericiliğin güncelliğini görecek yetenekte olmaktır.
2 - "Fakat en esaslı akımları birbirine karıştırmamak, sadece ayırt etmek yetmez, seçmek gerekir. Bu akımlar karşısında ve içinde bir durum almak gerekir. Çünkü burada manevi unsurlara, hareket ahlakının unsuru da karışır. Bir kere girişilmiş bulunan sasyal faciaya bilinçli şekilde karışmak gerekir."
Madem ki ister istemez toplum içinde yaşıyorsun -toplum dışında yaşayan insan olmaz- madem ki toplum da devrim ve gericilik diye iki akım, insanlığı iki orduya bölmüştür, sen de, bu iki ordudan birinin içindesin. Avcı, önünde başını kara gömen keklik gibi, içinde bulunduğun durumu boşyere görmemezlikten geçiştirmeye kalkışacağına, mertçe bile bile kabul et; ya devrimden, ya gericilikten yanayım de... Aksini zaten yapamazsın, bari ikisinden birini seç... Koyun gibi şu veya bu akımın peşinden sürükleneceğine, insan gibi şu veya bu akımda bilinçli rol oyna... Hareketin ahlakı budur: İleri veya geri gidebilirsin ama, ortada duramazsın. Hareket durmamaktadır ve tarih durmaz, akar. Devrimci mi, gerici mi? Onu açıkça göstermemek edebi ahlaksızlıktır.
"Madem ki, insanın insan tarfından ezilmesi ile bundan çıkan bütün sonuçlar, birbirleriyle bağlı bir sistemden ileri gelmektedir... Çaresiz bütün yolsuzluklar birbirine bağlı bulunurlar. Ve bütün gelişmeler yekdiğerlerini tutarlar."
Kapitalizm bir sistemdir ve iki zıt kutba bölünmüştür. İyi ve fena her olay bütün sistemin üzerinde olumlu veya olumsuz bir etki yapmaya zorunludur. Onun için olumlular olumlu, olumsuzlar olumsuz etkilerinde ortaktırlar. Bu iki zıt kutbun ortası olan ateş hattı üzerinde hiç kimse duramaz. Bu iki kutbun dışı, yani, toplum dışı ise, başka bir dünya, başka bir yıldız demektir ki; öyle bir şey görmüyoruz. Şu halde tarafsız insan yok mu? Evet, tarafsızlık iddiasında olanlar var. Bu gibiler, özellikle burjuva liberalizminin etkisi altında düşünen küçük burjuva aydınları arasında çoktur.
"Aktüel burjuva liberalizminin getirdiği düşünce kargaşalığını, kendinden geçmeleri, manevi çatlaklari mübalağalandırmak gayet kolaydır. O liberalizmdir ki, bir çok şahsiyetlere kemali saffetle, kötü bir niyet beklemeksizin, hele hiç temkinini bozmadan dört bir yana diğerlerine bin tebessüm saçarak, mürteci ve bilameliye gayri insani bir takım vaziyetler almak imkanını verir. Bu zatlar afiyet ve sıhhate yaşadıkları halde, kafalarının içinde öldürücü bir takım tezadlar beslerler. Heyhat ki; paradoks yapmış olmadan, birçok münevverlerin zihniyetini bu cihetten malül saymak mümkündür."
Entellektüellerin, çoğunlukla maaşlarını hakim sınıftan almaları ve küçükburjuvanın özel mülkiyet prejüjeleri ile yüklü bulunmaları, çok kere onları böyle sade suya "tarafsız" geçinmek kaygısına düşürür. Demek "tarafsızım" diyenler var. Fakat sakın, şeyhin kerameti kendinden menkul olmasın? Acaba gerçekten "tarafsızlık" denilen şey var mıdır? Daha açıkçası, bu "tarafsız" bayların yaptıkları nedir? Nitekim Barbüs'te:
"İdealin, soysuz dünyaya zararı dokunmayacak kadar yüksekte, ta bulutlar arasında tünediği."
Ayrı tutulan görüşlere işaret eder. Ancak gerçekte, sonuç itibarı ile ayrı tutulan görüşlerden ne çıkar? tarafsızlık mı? Barbüs hayır diyor:
"İkisi ortası durum yoktur. Hayrul umuru evsatuha (işlerin hayırlısı), ortası değildir. Bir üçüncü durum kuruntu ve hayalettir. O hayalete yönelenler, demokratik özgürlükleri savunmazlar, tehdit edilen kültürü savunmazlar. Olsa olsa, bir an için kendi keyif ve istirahatlarinı savunurlar. Hareketsizlik mi, dediniz?
Hayır, onun adı; kötü harekettir. Onlar bütün tarafsızlar gibi, kendi tembellikleri, boşvermişlikleri ile, kurulu iktidarı kuvvetlendirmiş olurlar. Onlar, bütün "apolitik lasiyasi"ler gibi, hakim politikaya yardım ederler. Ve bunun sebebi daima aynıdır. Çünkü, bütün yolsuzluklar ve kötülükler bir tek vücut halindedirler. Derin düşünülmüş bir "bütünlük anlayışına katışmayan her türlü manevi görüş tuzla buz olur gider" (a.b.ç., H.K.) "Hatta sosyal ve manevi yoksulluklarını bir prensip ve bir süs haline getiren sanat için sanat sekterleri bile, kollektif yaşamdan ayrılışları ile, işi oluruna bağlayıcı (konformist) ve tutucudurlar."
1 - "Bu günün ve yarının yazarına düşecek görev, realiteyi olduğu gibi ayırt etmek olduğuna göre, yazar sosyal gerçekliğe bakınca görür ki, bu olan biten, esas itibarı ile birbirinden farklı iki eğilimden, iki kımıldanıştan, bu ikisi arasında bir dövüşten ibarettir. Bu kurulu düzeni. muhafaza etmek isteyenler var, bir de; o düzeni adalet ve genel çıkar yönünde değiştirmek isteyenler var."
Yani bir devrim isteyenler, bir de istemeyenler var. Bu iki kampı görmeyen yazar, içinde yaşadığı devrin en büyük gerçekliğini anlamıyor demektir. Böyle bir yazarın tonla kağıt tüketen bir kalem efendisinden, veya efendisinin dikte ettiği hesap pusulasını dolduran câhil kahya ve uşaktan farkı yoktur. Böyle kimseler, hiç olmazsa yazarlığın adını pislemesin, gitsin daha namusluca başka işlerde çalışsınlar. Bu gün ve yazarın yazar olmanın ilk şartı, devrimle gericiliğin güncelliğini görecek yetenekte olmaktır.
2 - "Fakat en esaslı akımları birbirine karıştırmamak, sadece ayırt etmek yetmez, seçmek gerekir. Bu akımlar karşısında ve içinde bir durum almak gerekir. Çünkü burada manevi unsurlara, hareket ahlakının unsuru da karışır. Bir kere girişilmiş bulunan sasyal faciaya bilinçli şekilde karışmak gerekir."
Madem ki ister istemez toplum içinde yaşıyorsun -toplum dışında yaşayan insan olmaz- madem ki toplum da devrim ve gericilik diye iki akım, insanlığı iki orduya bölmüştür, sen de, bu iki ordudan birinin içindesin. Avcı, önünde başını kara gömen keklik gibi, içinde bulunduğun durumu boşyere görmemezlikten geçiştirmeye kalkışacağına, mertçe bile bile kabul et; ya devrimden, ya gericilikten yanayım de... Aksini zaten yapamazsın, bari ikisinden birini seç... Koyun gibi şu veya bu akımın peşinden sürükleneceğine, insan gibi şu veya bu akımda bilinçli rol oyna... Hareketin ahlakı budur: İleri veya geri gidebilirsin ama, ortada duramazsın. Hareket durmamaktadır ve tarih durmaz, akar. Devrimci mi, gerici mi? Onu açıkça göstermemek edebi ahlaksızlıktır.
"Madem ki, insanın insan tarfından ezilmesi ile bundan çıkan bütün sonuçlar, birbirleriyle bağlı bir sistemden ileri gelmektedir... Çaresiz bütün yolsuzluklar birbirine bağlı bulunurlar. Ve bütün gelişmeler yekdiğerlerini tutarlar."
Kapitalizm bir sistemdir ve iki zıt kutba bölünmüştür. İyi ve fena her olay bütün sistemin üzerinde olumlu veya olumsuz bir etki yapmaya zorunludur. Onun için olumlular olumlu, olumsuzlar olumsuz etkilerinde ortaktırlar. Bu iki zıt kutbun ortası olan ateş hattı üzerinde hiç kimse duramaz. Bu iki kutbun dışı, yani, toplum dışı ise, başka bir dünya, başka bir yıldız demektir ki; öyle bir şey görmüyoruz. Şu halde tarafsız insan yok mu? Evet, tarafsızlık iddiasında olanlar var. Bu gibiler, özellikle burjuva liberalizminin etkisi altında düşünen küçük burjuva aydınları arasında çoktur.
"Aktüel burjuva liberalizminin getirdiği düşünce kargaşalığını, kendinden geçmeleri, manevi çatlaklari mübalağalandırmak gayet kolaydır. O liberalizmdir ki, bir çok şahsiyetlere kemali saffetle, kötü bir niyet beklemeksizin, hele hiç temkinini bozmadan dört bir yana diğerlerine bin tebessüm saçarak, mürteci ve bilameliye gayri insani bir takım vaziyetler almak imkanını verir. Bu zatlar afiyet ve sıhhate yaşadıkları halde, kafalarının içinde öldürücü bir takım tezadlar beslerler. Heyhat ki; paradoks yapmış olmadan, birçok münevverlerin zihniyetini bu cihetten malül saymak mümkündür."
Entellektüellerin, çoğunlukla maaşlarını hakim sınıftan almaları ve küçükburjuvanın özel mülkiyet prejüjeleri ile yüklü bulunmaları, çok kere onları böyle sade suya "tarafsız" geçinmek kaygısına düşürür. Demek "tarafsızım" diyenler var. Fakat sakın, şeyhin kerameti kendinden menkul olmasın? Acaba gerçekten "tarafsızlık" denilen şey var mıdır? Daha açıkçası, bu "tarafsız" bayların yaptıkları nedir? Nitekim Barbüs'te:
"İdealin, soysuz dünyaya zararı dokunmayacak kadar yüksekte, ta bulutlar arasında tünediği."
Ayrı tutulan görüşlere işaret eder. Ancak gerçekte, sonuç itibarı ile ayrı tutulan görüşlerden ne çıkar? tarafsızlık mı? Barbüs hayır diyor:
"İkisi ortası durum yoktur. Hayrul umuru evsatuha (işlerin hayırlısı), ortası değildir. Bir üçüncü durum kuruntu ve hayalettir. O hayalete yönelenler, demokratik özgürlükleri savunmazlar, tehdit edilen kültürü savunmazlar. Olsa olsa, bir an için kendi keyif ve istirahatlarinı savunurlar. Hareketsizlik mi, dediniz?
Hayır, onun adı; kötü harekettir. Onlar bütün tarafsızlar gibi, kendi tembellikleri, boşvermişlikleri ile, kurulu iktidarı kuvvetlendirmiş olurlar. Onlar, bütün "apolitik lasiyasi"ler gibi, hakim politikaya yardım ederler. Ve bunun sebebi daima aynıdır. Çünkü, bütün yolsuzluklar ve kötülükler bir tek vücut halindedirler. Derin düşünülmüş bir "bütünlük anlayışına katışmayan her türlü manevi görüş tuzla buz olur gider" (a.b.ç., H.K.) "Hatta sosyal ve manevi yoksulluklarını bir prensip ve bir süs haline getiren sanat için sanat sekterleri bile, kollektif yaşamdan ayrılışları ile, işi oluruna bağlayıcı (konformist) ve tutucudurlar."
Böylece, bir taraf tutmanın gerekliliğini ispat eden Barbüs,
bu sefer döner, tutulacak tarafın neresi olduğunu araştırir. "Kim haklı?"
Barbüs; Pekala biliyorsunuz ki, der, evrenin durumu ve geleceği sorunu
bu kadar yüksek olarak ele alındığı zaman, şu meşhur kural meydana çıkar:
"Gerçeğin kimde olduğu bilinirmi?" Bilmedikten sonra, ne diye yazarlığa
kalkarsın?
Barbüs'e göre:
"Şeylerin esasına dair olan metafizik gerçek sorunu, hiç bir zaman kapanmayan bir tartışma kapısı açar." Onunla bir işimiz yok. "Fakat, söz konusu olan metafizik gerçek değil, sosyal gelişimdir. Burada gerçek, uygulamalı bilimlerin koruma ve uyarıları kadar çıplak bir açıklıkla gözükür." O halde arayacağız; Acaba gerçek, ahlaki bir kültür gütmekte midir? "Bir söylentiye göre, yazarın daima ahlaki bir kanuna boyun eğdiği hikaye edilir. Hiç bir sanat eseri bile bile ahlak dışı olmadı. Fakat ahlakiyet var, ahlakiyetcik var. Ve bugün genellikle üstün olan resmi ahlakiyet, yani sınıf ahlakiyetidir. Çünkü meşhur bir ünlü sözün dediği gibi, bir devrin ahlakiyeti, o devirdeki hakim sınıf ahlakiyetidir."
Şu halde; bir sanat eserinin sırf ahlaki olması, gerçeğe uygun bulunması demek değildir. Kapitalist sınıfı için ahlaki sayılan insanın insan tarafından soyulması veya ezilmesi, ezilen halk yığınları için en büyük ahlaksızlıktır. Habeşistan'ı çapul etmek, faşizm için, uygarlık ahlakıdır. Proleterya kültürü açısından ise, en emperyalistçe ahlaksızlıktır. Bu gün birçok ahlaki saydığımız şeyler, hakim sınıfların rezaletlerinden ibarettir.
Gerçek nerede? Barbüs'e göre, edebi gerçeği; insanlığın ilerici prensibinde aramalıdır. İnsanlığın gelişimi hangi yoldadır?
Bu gün insanlığın gelişimi için iki yol var:1- Nasyonalizm ile; 2, Enternasyonalizmden hangisi doğru? Barbüs mılli kültür sorununu ele alıyor:
"Biz bütün kuvvetimizle; milli kültürlerin, sömürge halkları yörelerindeki kültürlerin serbestçe ortaya çıkmasını istemeye ve bu çıkışa yardım etmeye mecburuz. Zaten sömürge yörelerinin kültürleri kuruluş yoluna girmiş bulunuyorlar. Fakat ,su şartla ki, içine kültürü zehirleyen, onu insanların aleyhine çeviren, ayrılık sokucu ve karşıt unsurlar sokulmasın. Gene şu şartla ki, bu alandaki bağımsızlık geçici olarak karşıt olmasın. Zira insanların geleceğine ve ilerlemesine karışan her şey, ister bir rejim, ister bu rejimden çıkan kültür olsun kendiliğinden bir şey olarak değil, amaçlarına ve sonuçlarına bakılarak us'u vurmalıdır."
Barbüs bu düşünceyi beslediği için, sömürge ayaklanmalarının ve milli kurtuluş hareketlerinin taraftarıdır.
Fakat, milli kültürün bu anlamda konuluşu ancak Sovyet'lerde, yani enternasyonalizmde sonuna kadar mümkündür. Klasik şekliyle Nasyonalist kültür bunun taban tabana zıttıdır. Barbüs'e göre:
"Gerileyiş ve doğuş prensiplerine, en etkili gerekçe ve sağlam kanıtlar veren şey Nasyonalizmdir."
Niçin? Çünkü:
"Bütün zulüm güçleri, çözülmesi zor milli bir fikre ve dolayısiyle milli kültürün yönüne, rolüne değen yolsuz ve uğursuz bir doktrine dayanırlar. Dünyanın altıda beşinde devlet doktrini olan Nasyonalizm'in amacı, toplumun alt tabakalarında çırpınan kalabalıkların Enternasyonalistleşmesini tepelemektir. Nasyonalizm anti-üniversaldir. (Enternasyonalizme zıt). Hatta yeryüzünün "bütün ülkelerinde yerleşmiş olsaydı bile" gene anti-üniversal olurdu. Nasyonalizm'de millet yüce bir amaç, bir duvar haline gelir. Düşünce bütün ülke arasında ve başka her ülkeye karşı bir tek ülkenin büyüklüğü uğruna, zaptedilir ve angarya altına alınır. Aile duygularına, millet ölçüsünde agrandisman yapılır, ve bu soyut nesneye saldırgan bir anlam ve yön verilir. Büyük ortak yuva, bir kale, şu halde bir hapishane kılığına sokulur. Sosyal insanı öldürmek için vatandaş öldürülmediği zaman, vatandaşın içinde sosyal insan öldürülür. Kışkırtma ve patlama özü olan şövenizm, (fanatik milliyetçilik) polis iç savaşını tutuşturur. Ve birbirine uymayan bir insanlar kitlesini, yanyana karmakarışık bir halde yahancılara karşı kin beslemeye ve savaş açmaya sürükler. Artistik eser yaratanlar davar gibi uslandırılırlar. Işık taşıyanların iş ve güçleri, artık meşaleleri geri çekmekten ibaret kalır. Bundan böyle, yalnız millet aleyhinde değil, halk aleyhinde millet vardır. Bu, Acem kılıcı gibi iki yüzü de keskin bir militarizm olur. İşte düşünce aleyhinde suikast ve hata denilen şey budur. Hiçbir milli kûltür, sırf kendi yeteneğine göre ölçülüp biçilmiş ve başkasında bulunmayan bir insancıl ahlaka sahip olma hakkını taşımaz. Denebilir ki, nasyonalizm yüzünden insanlık parça parça doğranır ve parçalar sanuna kadar birbiri ile boğazlaşır dururlar."
Ya hele faşizm devrinde: Barbüs'ün tarifince:
"Faşizm ve faşistleşme: Parababalarının silahlı ve yola getirici kaba egemenlikleri şeklindedir." Ve "faşizm derece derece yayıldıkça biz de, şu dünya iç savaşının son aşamasında bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Bu, artık yırtıcılığın uygar anlayışa karşı açtığı savaşın daniskasıdır."
Tahlilini buraya getireri Barbüs der ki: "Nasyonalizm ile Enternasyonalizm" arasında, insanlığın gelişimi ve kuruluşu sorunu, şöyle konur:
l - "Nasyonalizm: İstediği gibi manevela oynatmak için, burjuva diktatörlüğüne zorunlu olan bir şeydir." .
2. - "Enternasyonalizm: Adaleti ve barışı korumaları için, insanlara zorunlu olan bir şeydir." Tabii burada "insanlar"dan amaç, "çalışan insanlar"dır. Nitekim çalışan insanlara karşı burjuvalar, insandan başka bir şey sayılırlar.
Böylece ne insanı insana, ne milleti millete ezdirmeyen Enternasyonalizm, insanlığın biricik ilerletici sistemi. biricik kültür ideali ve biricik gerçek olur. Sorun bu kadar aydınlandıktan sonra gene: "gerçeğin kimde olduğu bilinir mi?"diyenlere, Barbüs şu cevabı veriyor: "Kitap sanatkarı demek olan yazar, ona paralel ve simetrik bir yoldan gerçeği bulma ve -deyim yerindeyse- icad etme görevi ile yükümlü olan bir bilgin kadar kategorik şekilde şu cevabı verir: "evet bilinir!" ve anlayışın olaylar karşısında verebileceği en şerefli cevap da budur."
Hala tereddüt eden, yolunu şaşıran, işkillenen var mı? Barbüs'e göre bunlar, akıldan yana zoru olan; baba hindi gibi kabaran korkak bir takım cahillerden başka kimseler değildir.
"Bu kararsızlık, bu yönünü bulamayış, bu endişe şimdiki duruma özgü zihin hastalıklarindan birisidir. Pesimizmle katmerlenen, özellikle bir hayli yüksekten atma ve biraz da korku ile desteklenen bir cehalet buhranı şeklinde ortaya çıkar."
Barbüs'e göre:
"Şeylerin esasına dair olan metafizik gerçek sorunu, hiç bir zaman kapanmayan bir tartışma kapısı açar." Onunla bir işimiz yok. "Fakat, söz konusu olan metafizik gerçek değil, sosyal gelişimdir. Burada gerçek, uygulamalı bilimlerin koruma ve uyarıları kadar çıplak bir açıklıkla gözükür." O halde arayacağız; Acaba gerçek, ahlaki bir kültür gütmekte midir? "Bir söylentiye göre, yazarın daima ahlaki bir kanuna boyun eğdiği hikaye edilir. Hiç bir sanat eseri bile bile ahlak dışı olmadı. Fakat ahlakiyet var, ahlakiyetcik var. Ve bugün genellikle üstün olan resmi ahlakiyet, yani sınıf ahlakiyetidir. Çünkü meşhur bir ünlü sözün dediği gibi, bir devrin ahlakiyeti, o devirdeki hakim sınıf ahlakiyetidir."
Şu halde; bir sanat eserinin sırf ahlaki olması, gerçeğe uygun bulunması demek değildir. Kapitalist sınıfı için ahlaki sayılan insanın insan tarafından soyulması veya ezilmesi, ezilen halk yığınları için en büyük ahlaksızlıktır. Habeşistan'ı çapul etmek, faşizm için, uygarlık ahlakıdır. Proleterya kültürü açısından ise, en emperyalistçe ahlaksızlıktır. Bu gün birçok ahlaki saydığımız şeyler, hakim sınıfların rezaletlerinden ibarettir.
Gerçek nerede? Barbüs'e göre, edebi gerçeği; insanlığın ilerici prensibinde aramalıdır. İnsanlığın gelişimi hangi yoldadır?
Bu gün insanlığın gelişimi için iki yol var:1- Nasyonalizm ile; 2, Enternasyonalizmden hangisi doğru? Barbüs mılli kültür sorununu ele alıyor:
"Biz bütün kuvvetimizle; milli kültürlerin, sömürge halkları yörelerindeki kültürlerin serbestçe ortaya çıkmasını istemeye ve bu çıkışa yardım etmeye mecburuz. Zaten sömürge yörelerinin kültürleri kuruluş yoluna girmiş bulunuyorlar. Fakat ,su şartla ki, içine kültürü zehirleyen, onu insanların aleyhine çeviren, ayrılık sokucu ve karşıt unsurlar sokulmasın. Gene şu şartla ki, bu alandaki bağımsızlık geçici olarak karşıt olmasın. Zira insanların geleceğine ve ilerlemesine karışan her şey, ister bir rejim, ister bu rejimden çıkan kültür olsun kendiliğinden bir şey olarak değil, amaçlarına ve sonuçlarına bakılarak us'u vurmalıdır."
Barbüs bu düşünceyi beslediği için, sömürge ayaklanmalarının ve milli kurtuluş hareketlerinin taraftarıdır.
Fakat, milli kültürün bu anlamda konuluşu ancak Sovyet'lerde, yani enternasyonalizmde sonuna kadar mümkündür. Klasik şekliyle Nasyonalist kültür bunun taban tabana zıttıdır. Barbüs'e göre:
"Gerileyiş ve doğuş prensiplerine, en etkili gerekçe ve sağlam kanıtlar veren şey Nasyonalizmdir."
Niçin? Çünkü:
"Bütün zulüm güçleri, çözülmesi zor milli bir fikre ve dolayısiyle milli kültürün yönüne, rolüne değen yolsuz ve uğursuz bir doktrine dayanırlar. Dünyanın altıda beşinde devlet doktrini olan Nasyonalizm'in amacı, toplumun alt tabakalarında çırpınan kalabalıkların Enternasyonalistleşmesini tepelemektir. Nasyonalizm anti-üniversaldir. (Enternasyonalizme zıt). Hatta yeryüzünün "bütün ülkelerinde yerleşmiş olsaydı bile" gene anti-üniversal olurdu. Nasyonalizm'de millet yüce bir amaç, bir duvar haline gelir. Düşünce bütün ülke arasında ve başka her ülkeye karşı bir tek ülkenin büyüklüğü uğruna, zaptedilir ve angarya altına alınır. Aile duygularına, millet ölçüsünde agrandisman yapılır, ve bu soyut nesneye saldırgan bir anlam ve yön verilir. Büyük ortak yuva, bir kale, şu halde bir hapishane kılığına sokulur. Sosyal insanı öldürmek için vatandaş öldürülmediği zaman, vatandaşın içinde sosyal insan öldürülür. Kışkırtma ve patlama özü olan şövenizm, (fanatik milliyetçilik) polis iç savaşını tutuşturur. Ve birbirine uymayan bir insanlar kitlesini, yanyana karmakarışık bir halde yahancılara karşı kin beslemeye ve savaş açmaya sürükler. Artistik eser yaratanlar davar gibi uslandırılırlar. Işık taşıyanların iş ve güçleri, artık meşaleleri geri çekmekten ibaret kalır. Bundan böyle, yalnız millet aleyhinde değil, halk aleyhinde millet vardır. Bu, Acem kılıcı gibi iki yüzü de keskin bir militarizm olur. İşte düşünce aleyhinde suikast ve hata denilen şey budur. Hiçbir milli kûltür, sırf kendi yeteneğine göre ölçülüp biçilmiş ve başkasında bulunmayan bir insancıl ahlaka sahip olma hakkını taşımaz. Denebilir ki, nasyonalizm yüzünden insanlık parça parça doğranır ve parçalar sanuna kadar birbiri ile boğazlaşır dururlar."
Ya hele faşizm devrinde: Barbüs'ün tarifince:
"Faşizm ve faşistleşme: Parababalarının silahlı ve yola getirici kaba egemenlikleri şeklindedir." Ve "faşizm derece derece yayıldıkça biz de, şu dünya iç savaşının son aşamasında bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Bu, artık yırtıcılığın uygar anlayışa karşı açtığı savaşın daniskasıdır."
Tahlilini buraya getireri Barbüs der ki: "Nasyonalizm ile Enternasyonalizm" arasında, insanlığın gelişimi ve kuruluşu sorunu, şöyle konur:
l - "Nasyonalizm: İstediği gibi manevela oynatmak için, burjuva diktatörlüğüne zorunlu olan bir şeydir." .
2. - "Enternasyonalizm: Adaleti ve barışı korumaları için, insanlara zorunlu olan bir şeydir." Tabii burada "insanlar"dan amaç, "çalışan insanlar"dır. Nitekim çalışan insanlara karşı burjuvalar, insandan başka bir şey sayılırlar.
Böylece ne insanı insana, ne milleti millete ezdirmeyen Enternasyonalizm, insanlığın biricik ilerletici sistemi. biricik kültür ideali ve biricik gerçek olur. Sorun bu kadar aydınlandıktan sonra gene: "gerçeğin kimde olduğu bilinir mi?"diyenlere, Barbüs şu cevabı veriyor: "Kitap sanatkarı demek olan yazar, ona paralel ve simetrik bir yoldan gerçeği bulma ve -deyim yerindeyse- icad etme görevi ile yükümlü olan bir bilgin kadar kategorik şekilde şu cevabı verir: "evet bilinir!" ve anlayışın olaylar karşısında verebileceği en şerefli cevap da budur."
Hala tereddüt eden, yolunu şaşıran, işkillenen var mı? Barbüs'e göre bunlar, akıldan yana zoru olan; baba hindi gibi kabaran korkak bir takım cahillerden başka kimseler değildir.
"Bu kararsızlık, bu yönünü bulamayış, bu endişe şimdiki duruma özgü zihin hastalıklarindan birisidir. Pesimizmle katmerlenen, özellikle bir hayli yüksekten atma ve biraz da korku ile desteklenen bir cehalet buhranı şeklinde ortaya çıkar."
Önce, dünyada iki kültür kampı olduğunu gördük. Nasyonalizm
ve Enternasyonalizm. Kültür ideali olarak enternasyonalizmi seçtik. Şimdi
ne yapacağız?
Prensipler atılmıştır. Buraya kadar söz idi. Bundan sonra hareket başlar. Bu hareket Barbüs için üç şekilde kendini gösterir. a) Emperyalist savaşlara ve faşizme karşı kültürü ve enternasyonalizm düşüncesini savunma; b) Sözleri, eylemle savunmak için, kafa ve kol işçilerini birleştirme; c) Gerek enternasyonalizmi, gerek çalışanlar birliğinin enternasyonali demek olan, sosyalist Sovyetler Birliğini koruma.
A-Aydınlar, kültür savunmasında birleşmelidirler: Niçin? Çünkü:
1 - Bundan kaçınamayız: Çağdaş kültür akımlarının üstünde egoist bir bağımsızlık iddiası boşunadır. "Havalara kaçıp saklanmamızı, inzivaya çekilmemizi olaylar yasak ediyor."
2 - Yoksa kültür aleyhimize döner: Kapitalizmde, kültür tekelinden yararlanan imtiyazlılar, aydınlardır. Buna karşılık, onlara düşen borç, kültüre karşı nankörlüğü nimet etmemektir. Yoksa aleyhimıze dönebilir:
"Nihayet aydın işçiler, herkese ait olan kültürün emanetçileridir. Kültür kendi başına kendini koruyamaz. Eğer onun savunulması başkalarına bırakılırsa o başkaları, kültürü kendileri için, bizim aleyhimize, yani herkesin aleyhine kullanacaklardır."
3 -Yahut yazarlıktan çıkarız:
"Madem ki burada yazarın rolünden bahsediyorum ve yazarın hiç bir şekilde rolünden ayrılması ve yazıcıdan haşka bir şey olması söz konusu değildir, onun ilk yapacağı şey; bir fıkri ta realiteye kadar savunmaktır. Bir fikrin savunması ise, yazarın onu aydınlatmasından, gözlere göstermekle de kalmayarak, ruha ve gönüllere işlemesinden ibarettir."
Kültürü savunmak için ne yapmalı? Barbüs tarihten örnekler alır:
"Edebiyat denilen o tam sanatın sanatkârlar arasında kurulu düzene karşı devamlı bir muhalefet ve ayaklanma geleneği vardır." Eski Roma'da Nirjil, Lukras,16'ncı yüzyılda, La Boetye, 17'nci yüzyılda ansiklopedistler, hatta romantizm ve natüralizmin, idealistlik ve hümanistlik hakkinda yaptığı bazı kaçamaklar; hep, devrimci kültürün savunulmasını temsil ederler. Yalnız hepsinin bir kusurları vardır: Dağınıklık ve sistemsizlik... "Evet fakat orada şampiyonlarını yetiştirmekten geri kalmayan ve daima bazı sosyal krizlerin arkasından gelen bu asil ve cesur gelenek, ne genel, ne de sistemli bir şey oldu. Ve bu geleneği temsil edenler, uzun yüzyıllar içinde tek başlarına kalmış bir alay kişiler olmaktan kurtulamadılar. Özellikle, modern ve çağdaş zamanlarda bunun en büyük sebebi, klâsik hümanizmanın karmakarışıkçı özelliğinden, zihinsel geriliğinden, manevî yoksulluğundandır ve Fransız devriminin mirasçısı olan kapitalist burjuvazinin egemenliği altında kalan bizlerin, içlerimize işlemiş olan burjuva zihniyetimizdendir."
Şu halde aydınlara düşen iş, devrim geleneğini savunmak için burjuva kültürünün bulaşık fikirlerinden yakayı kurtarmak ve kendi aralarında sistematik, sürekli bir birlik örgütlemektir. (7)
B- Aydınlar, çalışan kitlelerle birleşmelidirler: Niçin? Çünkü:
1- Lâfla peynir gemisi yürümez:
"Anlayışın, ruhun ve kültürün platonik bir biçimde savunulması boş lâkırdıdan ibarettir. Platonik savunma, dünya gerçeğinin kıvılcımları ile yapılmış maytap oyunundan başka bir şey değildir. Ancak realizm sayesinde yerle gök birleştirilir."
2 - Kitlesiz aydın, gemisiz kaptana benzer: Yazar ve aydınlar, emperyalizme, kapitalizme, şovenizme ve faşizme karşı kültürü savunacaklardır. İyi ama, hangi sosyal mekanizmaya dayanarak? Bu sebeple:
"Kültürü biz (yani aydınlar) yalnız başımıza savunamayız. Bir büyük düşünür, yalnız keşif kolu ile zafer kazanılamaz; demişti. (8) Biz de, büyük çalışan kitlelerle birleşmeye zorunluyuz. Çünkü, işçi kitleleri, toplumu eşitlik ve doğruluk çerçevesinde kurmak istiyorlar. Ve bu işin eridirler de. Onlarla birleşmeye zorunluyuz. Zira kurtarıcı olan, yalnız onlardır."
C- Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği ile Dostluk: Yeryüzünde bütün milliyet meselelerini kökünden halleden, kafa ve kol işçilerini birleştiren, sömürüyü kaldıran, sosyal devrimi başaran biricik sistem Sovyetimizdir. Emperyalist savaşın, faşizmin ve her türlü gericiliğin en büyük düşmanı, çalışan ve ezilen kitlelerin en büyük kalesi, orasıdır. Şu halde insancıl kitlelerin ideal vatanı, Sovyetler ülkesidir. Barbüs 23-5-1935 tarihli Monde'da bu düşüncesini göyle yasalaştırıyordu:
"1917'den beri tarihçe ne olup bitti? Ekim insanları bir Sosyalist devlet meydana getirdiler. Bu devlet, ötekiler gibi, çeşitli milliyetlerden birleşik, gerçek bir yeryüzü kıtasıdır. Bolşevikler, sosyalistler birliği içinde gerçek enternasyonal düzenli kanuna dayanan bir milletler rejimi kurdular. Bu rejim sosyalizm yollarında yürüyerek milli çelişki ve anlaşmazlıkları nihai barış ve barış içinde bir arada yaşamaya götürdü. Eğer bu rejim tüm dünyaya yayılmış olsaydı, ne bizim için, ne başkası için ortada savaş; faşizm ve gerici yırtıcılıklar sorunu kalmazdı.
Şu halde bizim idealimiz bu hedef olmalıdır. Çünkü; kamu özgürlüğünün saldırıya uğrâması, yoksulluk; savaş gibi bizi kemiren ve tehdit eden uğursuzlukları ta kökünden söküp atacak tek şey sosyalizmdir. "
Barbüs'ün Son Günü
Sovyet yazarlarından Mişel Keltzof, Barbüs'ün Moskova'da geçen son günlerini ve halkça nasıl tanındığını şöyle yazıyor:
"Telefon çalıyor. Pek iyi tanıdığım uyumlu ve biraz kısık sesi işitiyorum.
- Görüyorsun ya, üç ay içinde, tam üç şehirde tekrar karşılaçıyoruz. Ve şüphesiz, Moskova'da da beni görmeye siz geleceksiniz. Gribe tutuldum. Doktorlar dışarı çıkmamı yasakladılar.
Fakat Barbüs odada kapalı kalamıyor, ikide bir dışarıya sıvışıyordu. Bir toplantıda beni görünce çapkınca göz kırparak dedi ki:
- Haydi, kimse farkına varmadan gidelim metroda (9) bir tur yapalım; sonra gene geliriz, kimseye çaktırmayız.
Metroda Barbüs büsbütün çocukça bir sevinç ve heyecana tutuldu. Geçitlerde ve merdivenlerde uzun uzun dolaşıyor, derin derin nefes alarak coşuyordu:
-Yok doğrusu, bu, bana anlattıklarından çok daha güzel. Hayrete şayan! İnsan burasını gördükten sonra, Paris metrosunu hatırlamaya bile sıkılıyor. Paris metrosu bunun yanında pis bir kuyu gibi kalır!
Vagonda iki genç kızın arasına sıkıştı. Herkes onu tanıdı ve her taraftan ona doğru gülümseniyordu. Komünist Gençler Enternasyonali işaretini taşıyan bir genç Barbüs'e sokuldu.
-Merhaba Barbüs yoldaş, sadece elinizi sıkmama izin veriniz.
Barbüs, genç Moskovalı'nın elini iki eli arasına aldı ve bir müddet kuvvetle sıktı. Açık bir gururla bana döndü:
-Burada da Paris'teki kadar tanınıyorum.
Sağ ve solundaki iki kızla konuşmak istedi.
-Adınız nedir?
-Ksenya Şapovalova.
-Ksenya mı? Bak sen, ben gene bu ismi ancak Rus romanlarında olduğunu sanırdım.
- Amma fıkir ha! Ben bir romandan çıkmıyorum. Seyahat ediyorum. Gorki şehrinden geliyorum.
- Gorki'den mi? Gördün mü ya, işte tam roman budur. Sizin Gorki'niz olağanüstü güzel Devrim romanları yazdı ve bu romanlar şaşılacak derecede ömürlü oldular. Ne akıllara hayret veren ülkeniz var. Bunu ona lütfen tercüme eder misiniz...
Tercüme ettim... vagonda bulunanların hepsi gülmeye başladılar ve en uzun gülen Barbüs oldu. Bütün bütün neşelenmiş, gençleşmiş, tanınmaz hale gelmişti. Kendisi ta uzaklarda, yabancı diyarlarda baskı yapan bütün can sıkıcı kuruntularından kurtulmuş gibiydi.
Fakat vücudu sinsi bir düşmanın dişleri ile kemirilmişti. Bu görünmez öldürücü düşman, o kadar seyrek gülen bu gözleri ebediyyen kapatmak için son hamlesi ile saldırmaya hazırlanıyordu."
Barbüs'ün emek arkadaşı Matmazel Anet Vidal anlatıyor: Barbüs ölüm döşeğinde iken "Habeşistan'dan haber var mı?" diye inliyor. "Hele iyileş te, onu sonra düşünürsün" diyen Anet Vidal'a Barbüs şu cevabı veriyor: "Bu anda kimsenin dinlenmeye hakkı yoktur."
Ve Barbüs son nefesini Fransa diye değil, "Habeşistan Habeşistan" diye veriyor.
Barbüs, daha ilk şiirlerinde, "gelecek" için "iman serhoşu" iken, bir gün insanın hatırasında kendisinden nelerin kalabileceğini şöyle mısralamıştı:
Yiğitlik delisi olan gururum.
İşte bu ilk, taze "yiğitlik gurur"dur ki, henüz 20'sini dolduran Barbüs'e sanki manevi bir saltanat vadediyordu:
"Sağlam ve kutsal bir ümit
Ta içinde pırıl pırıl yanıyor
Ve sonsuz şükranı nimetim
Kral olacağım saati bekliyor."
Barbüs'ün umduğu "Krallık" ne biçim birşey olacaktı? Kendisi şöyle der:
"Yoksulluğun ihtişamı olacaktır."
Gerçekten o "muhteşem bir yokluk" haline geldiği gün gönüller ülkesinde "Kral" oldu.
Barbüs saraylı bir kral olmadı, zaten o böyle bir şey olmaktansa yok olmaya bin kere razı idi. Fakat, hiç bir ölü kralın arkasında görülmeyen milyonların kızılca kıyameti, Barbüs'ün tabutunu zalimlere ve emperyalizme karşı çekilmiş bir devrim bayrağı gibi göklere çıkardı. Bu mahşerin "ihtişamı" önünde, Barbüs'ün "şükranı nimet"i nasıl "sonsuz" olamazdı!
Bizde niçin adam yetişmiyor? Boyları "parmak çocuk"u geçmeyen şöhret delisi cüceler dolu da, niçin "adam" yok?
Çünkü, bu günün adamı: Hayatın, kitlenin, ve teşkilâtın erıternasyonal adamıdır. Ezilen kitlenin hareket ve teşkilât hayatına karışmayan ve bu hayatın evrensel özelliğini anlamayan kimseye bugün, "adam" denmiyor.
Barbüs öyle bir adamdı?..
Barbüs'ün "Türkçeye tercüme"sinden daha çok Barbüs'lerin Türkiye'de doğmasına özenelim. Çünkü Barbüs "tercüme" edilemez. Barbüs bir parlak "kitap!" değil, savaşçı bir "hayat"tır.
Prensipler atılmıştır. Buraya kadar söz idi. Bundan sonra hareket başlar. Bu hareket Barbüs için üç şekilde kendini gösterir. a) Emperyalist savaşlara ve faşizme karşı kültürü ve enternasyonalizm düşüncesini savunma; b) Sözleri, eylemle savunmak için, kafa ve kol işçilerini birleştirme; c) Gerek enternasyonalizmi, gerek çalışanlar birliğinin enternasyonali demek olan, sosyalist Sovyetler Birliğini koruma.
A-Aydınlar, kültür savunmasında birleşmelidirler: Niçin? Çünkü:
1 - Bundan kaçınamayız: Çağdaş kültür akımlarının üstünde egoist bir bağımsızlık iddiası boşunadır. "Havalara kaçıp saklanmamızı, inzivaya çekilmemizi olaylar yasak ediyor."
2 - Yoksa kültür aleyhimize döner: Kapitalizmde, kültür tekelinden yararlanan imtiyazlılar, aydınlardır. Buna karşılık, onlara düşen borç, kültüre karşı nankörlüğü nimet etmemektir. Yoksa aleyhimıze dönebilir:
"Nihayet aydın işçiler, herkese ait olan kültürün emanetçileridir. Kültür kendi başına kendini koruyamaz. Eğer onun savunulması başkalarına bırakılırsa o başkaları, kültürü kendileri için, bizim aleyhimize, yani herkesin aleyhine kullanacaklardır."
3 -Yahut yazarlıktan çıkarız:
"Madem ki burada yazarın rolünden bahsediyorum ve yazarın hiç bir şekilde rolünden ayrılması ve yazıcıdan haşka bir şey olması söz konusu değildir, onun ilk yapacağı şey; bir fıkri ta realiteye kadar savunmaktır. Bir fikrin savunması ise, yazarın onu aydınlatmasından, gözlere göstermekle de kalmayarak, ruha ve gönüllere işlemesinden ibarettir."
Kültürü savunmak için ne yapmalı? Barbüs tarihten örnekler alır:
"Edebiyat denilen o tam sanatın sanatkârlar arasında kurulu düzene karşı devamlı bir muhalefet ve ayaklanma geleneği vardır." Eski Roma'da Nirjil, Lukras,16'ncı yüzyılda, La Boetye, 17'nci yüzyılda ansiklopedistler, hatta romantizm ve natüralizmin, idealistlik ve hümanistlik hakkinda yaptığı bazı kaçamaklar; hep, devrimci kültürün savunulmasını temsil ederler. Yalnız hepsinin bir kusurları vardır: Dağınıklık ve sistemsizlik... "Evet fakat orada şampiyonlarını yetiştirmekten geri kalmayan ve daima bazı sosyal krizlerin arkasından gelen bu asil ve cesur gelenek, ne genel, ne de sistemli bir şey oldu. Ve bu geleneği temsil edenler, uzun yüzyıllar içinde tek başlarına kalmış bir alay kişiler olmaktan kurtulamadılar. Özellikle, modern ve çağdaş zamanlarda bunun en büyük sebebi, klâsik hümanizmanın karmakarışıkçı özelliğinden, zihinsel geriliğinden, manevî yoksulluğundandır ve Fransız devriminin mirasçısı olan kapitalist burjuvazinin egemenliği altında kalan bizlerin, içlerimize işlemiş olan burjuva zihniyetimizdendir."
Şu halde aydınlara düşen iş, devrim geleneğini savunmak için burjuva kültürünün bulaşık fikirlerinden yakayı kurtarmak ve kendi aralarında sistematik, sürekli bir birlik örgütlemektir. (7)
B- Aydınlar, çalışan kitlelerle birleşmelidirler: Niçin? Çünkü:
1- Lâfla peynir gemisi yürümez:
"Anlayışın, ruhun ve kültürün platonik bir biçimde savunulması boş lâkırdıdan ibarettir. Platonik savunma, dünya gerçeğinin kıvılcımları ile yapılmış maytap oyunundan başka bir şey değildir. Ancak realizm sayesinde yerle gök birleştirilir."
2 - Kitlesiz aydın, gemisiz kaptana benzer: Yazar ve aydınlar, emperyalizme, kapitalizme, şovenizme ve faşizme karşı kültürü savunacaklardır. İyi ama, hangi sosyal mekanizmaya dayanarak? Bu sebeple:
"Kültürü biz (yani aydınlar) yalnız başımıza savunamayız. Bir büyük düşünür, yalnız keşif kolu ile zafer kazanılamaz; demişti. (8) Biz de, büyük çalışan kitlelerle birleşmeye zorunluyuz. Çünkü, işçi kitleleri, toplumu eşitlik ve doğruluk çerçevesinde kurmak istiyorlar. Ve bu işin eridirler de. Onlarla birleşmeye zorunluyuz. Zira kurtarıcı olan, yalnız onlardır."
C- Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği ile Dostluk: Yeryüzünde bütün milliyet meselelerini kökünden halleden, kafa ve kol işçilerini birleştiren, sömürüyü kaldıran, sosyal devrimi başaran biricik sistem Sovyetimizdir. Emperyalist savaşın, faşizmin ve her türlü gericiliğin en büyük düşmanı, çalışan ve ezilen kitlelerin en büyük kalesi, orasıdır. Şu halde insancıl kitlelerin ideal vatanı, Sovyetler ülkesidir. Barbüs 23-5-1935 tarihli Monde'da bu düşüncesini göyle yasalaştırıyordu:
"1917'den beri tarihçe ne olup bitti? Ekim insanları bir Sosyalist devlet meydana getirdiler. Bu devlet, ötekiler gibi, çeşitli milliyetlerden birleşik, gerçek bir yeryüzü kıtasıdır. Bolşevikler, sosyalistler birliği içinde gerçek enternasyonal düzenli kanuna dayanan bir milletler rejimi kurdular. Bu rejim sosyalizm yollarında yürüyerek milli çelişki ve anlaşmazlıkları nihai barış ve barış içinde bir arada yaşamaya götürdü. Eğer bu rejim tüm dünyaya yayılmış olsaydı, ne bizim için, ne başkası için ortada savaş; faşizm ve gerici yırtıcılıklar sorunu kalmazdı.
Şu halde bizim idealimiz bu hedef olmalıdır. Çünkü; kamu özgürlüğünün saldırıya uğrâması, yoksulluk; savaş gibi bizi kemiren ve tehdit eden uğursuzlukları ta kökünden söküp atacak tek şey sosyalizmdir. "
Barbüs'ün Son Günü
Sovyet yazarlarından Mişel Keltzof, Barbüs'ün Moskova'da geçen son günlerini ve halkça nasıl tanındığını şöyle yazıyor:
"Telefon çalıyor. Pek iyi tanıdığım uyumlu ve biraz kısık sesi işitiyorum.
- Görüyorsun ya, üç ay içinde, tam üç şehirde tekrar karşılaçıyoruz. Ve şüphesiz, Moskova'da da beni görmeye siz geleceksiniz. Gribe tutuldum. Doktorlar dışarı çıkmamı yasakladılar.
Fakat Barbüs odada kapalı kalamıyor, ikide bir dışarıya sıvışıyordu. Bir toplantıda beni görünce çapkınca göz kırparak dedi ki:
- Haydi, kimse farkına varmadan gidelim metroda (9) bir tur yapalım; sonra gene geliriz, kimseye çaktırmayız.
Metroda Barbüs büsbütün çocukça bir sevinç ve heyecana tutuldu. Geçitlerde ve merdivenlerde uzun uzun dolaşıyor, derin derin nefes alarak coşuyordu:
-Yok doğrusu, bu, bana anlattıklarından çok daha güzel. Hayrete şayan! İnsan burasını gördükten sonra, Paris metrosunu hatırlamaya bile sıkılıyor. Paris metrosu bunun yanında pis bir kuyu gibi kalır!
Vagonda iki genç kızın arasına sıkıştı. Herkes onu tanıdı ve her taraftan ona doğru gülümseniyordu. Komünist Gençler Enternasyonali işaretini taşıyan bir genç Barbüs'e sokuldu.
-Merhaba Barbüs yoldaş, sadece elinizi sıkmama izin veriniz.
Barbüs, genç Moskovalı'nın elini iki eli arasına aldı ve bir müddet kuvvetle sıktı. Açık bir gururla bana döndü:
-Burada da Paris'teki kadar tanınıyorum.
Sağ ve solundaki iki kızla konuşmak istedi.
-Adınız nedir?
-Ksenya Şapovalova.
-Ksenya mı? Bak sen, ben gene bu ismi ancak Rus romanlarında olduğunu sanırdım.
- Amma fıkir ha! Ben bir romandan çıkmıyorum. Seyahat ediyorum. Gorki şehrinden geliyorum.
- Gorki'den mi? Gördün mü ya, işte tam roman budur. Sizin Gorki'niz olağanüstü güzel Devrim romanları yazdı ve bu romanlar şaşılacak derecede ömürlü oldular. Ne akıllara hayret veren ülkeniz var. Bunu ona lütfen tercüme eder misiniz...
Tercüme ettim... vagonda bulunanların hepsi gülmeye başladılar ve en uzun gülen Barbüs oldu. Bütün bütün neşelenmiş, gençleşmiş, tanınmaz hale gelmişti. Kendisi ta uzaklarda, yabancı diyarlarda baskı yapan bütün can sıkıcı kuruntularından kurtulmuş gibiydi.
Fakat vücudu sinsi bir düşmanın dişleri ile kemirilmişti. Bu görünmez öldürücü düşman, o kadar seyrek gülen bu gözleri ebediyyen kapatmak için son hamlesi ile saldırmaya hazırlanıyordu."
Barbüs'ün emek arkadaşı Matmazel Anet Vidal anlatıyor: Barbüs ölüm döşeğinde iken "Habeşistan'dan haber var mı?" diye inliyor. "Hele iyileş te, onu sonra düşünürsün" diyen Anet Vidal'a Barbüs şu cevabı veriyor: "Bu anda kimsenin dinlenmeye hakkı yoktur."
Ve Barbüs son nefesini Fransa diye değil, "Habeşistan Habeşistan" diye veriyor.
Barbüs, daha ilk şiirlerinde, "gelecek" için "iman serhoşu" iken, bir gün insanın hatırasında kendisinden nelerin kalabileceğini şöyle mısralamıştı:
Yiğitlik delisi olan gururum.
İşte bu ilk, taze "yiğitlik gurur"dur ki, henüz 20'sini dolduran Barbüs'e sanki manevi bir saltanat vadediyordu:
"Sağlam ve kutsal bir ümit
Ta içinde pırıl pırıl yanıyor
Ve sonsuz şükranı nimetim
Kral olacağım saati bekliyor."
Barbüs'ün umduğu "Krallık" ne biçim birşey olacaktı? Kendisi şöyle der:
"Yoksulluğun ihtişamı olacaktır."
Gerçekten o "muhteşem bir yokluk" haline geldiği gün gönüller ülkesinde "Kral" oldu.
Barbüs saraylı bir kral olmadı, zaten o böyle bir şey olmaktansa yok olmaya bin kere razı idi. Fakat, hiç bir ölü kralın arkasında görülmeyen milyonların kızılca kıyameti, Barbüs'ün tabutunu zalimlere ve emperyalizme karşı çekilmiş bir devrim bayrağı gibi göklere çıkardı. Bu mahşerin "ihtişamı" önünde, Barbüs'ün "şükranı nimet"i nasıl "sonsuz" olamazdı!
Bizde niçin adam yetişmiyor? Boyları "parmak çocuk"u geçmeyen şöhret delisi cüceler dolu da, niçin "adam" yok?
Çünkü, bu günün adamı: Hayatın, kitlenin, ve teşkilâtın erıternasyonal adamıdır. Ezilen kitlenin hareket ve teşkilât hayatına karışmayan ve bu hayatın evrensel özelliğini anlamayan kimseye bugün, "adam" denmiyor.
Barbüs öyle bir adamdı?..
Barbüs'ün "Türkçeye tercüme"sinden daha çok Barbüs'lerin Türkiye'de doğmasına özenelim. Çünkü Barbüs "tercüme" edilemez. Barbüs bir parlak "kitap!" değil, savaşçı bir "hayat"tır.
1-10-1935
Marksiım Bibliyoteği
No: VIII
Notlar:
(1) Bunu yazan şair Nazım Hikmet'tir. (Bay şair merak etmesin; Fabrika cehenneminde "ateşi okumayan" işçi yoktur.)
(2)Bunu söyleyen Doktor Fuat Sabri'dir. (Meğer bizde ne çok Barbüs varmış ta bizim haberimiz yokmuş.)
(3) Bu saçmayı küflü barutuna katan Profesör Suphi Nuri'dir. (Böyle kutupları keşfeden" bilginlerimiz sağ oldukça, Türkiye kültürünün niçin buz tutmadığına şaşmalı!)
(4) Bunu da atan -ne bileyim ne- B.Kerim Sadi Nevzat Gürken'dir.(Karl Marx'ın, Waytling'e bağırdığı söz ne çabuk unutulmuş: "Cehalet bu güne kadar hiç bir vakit, hiç kimsenin işine yaramamıştır.")
(5) Cehennem romanında Barbüs, bir otel odasının tavana yakın yerindeki çatlaktan yanındaki odaya gizlice bakarak, gördüklerini anlatır.
(6) Barbüs'e dair usulen forma karalayan Kerim Sadi Dimitrof'un yazısını şöyle kırparak sakatlar: Yazının başından sonundan 26 satırını alır. Aslı kitle ve savaşla artistin ilişkisine dair olan ve bize bir şey öğreten ve platonik "devrimci"leri utandıran 43 satırı yutar!
(7) Kültürün toplumdaki büyük rolünü kaynaklarından itibaren kavramak için, bibliyoteğimizin VI. numaralı "Sosyete ve Teknik" kitabına bakıla.
(8)Barbüs, Lenin'in "NeYapmalı" ve "Komünizmin Çocuk
(9) Moskova'da yeni yapılan yeraltı treni.