Ernesto Che Guevara
Latin-Amerika Gençliğine
İçinizden farklı politik eğilimlere sahip
birçok kişi, dün sordukları gibi, yarın soracakları gibi, bugün de soruyorlar
Küba devrimi nedir? İdeolojisi nasıldır? Hemen ardından da dostun-düşmanın bu
durumda sorduğu şu soru gelir: "Küba devrimi, komünist bir devrim midir?" Kimisi
umutla evet diye cevap verir, ya da komünizm yolu üzerinde ilerlediğini söyler,
kimisi belki biraz düşkırıklığı içinde evet diye düşünür, daha başkaları yine
düşkırıklığıyla ''hayır'' der, bazıları da umutlu, ''hayır" diye düşünür. Bu
devrimin komünist olup olmadığı bana sorulsaydı, komünistliğin ne olduğunu iyice
belirledikten sonra, herşeyi birbirine karıştıran emperyalizmden ve sömürgeci
güçlerden gelen suçlamaları da bir yana bırakarak, bu devrimin marksist olduğunu
-dikkat ederseniz marksist, diyorum- çünkü kendi yöntemleriyle Marx'ın
gösterdiği yolu bulduğunu söylerdim.
Sovyetler Birliği'nin seçkin kişiliklerinden,
öteden beri marksist olan Başbakan Yardımcısı Mikoyan, daha geçenlerde, Küba
Devrimi'nin sonsuza kadar varolması dileğinde bulunurken, bunun, Marx'ın önceden
göremediği bir tarihi olay olduğunu kabul ediyor, hayatın, en bilimsel kitaptan,
en derin düşünürden daha çok şey öğrettiğini belirtiyordu.
Küba devrimi, sloganlarla uğraşmaksızın,
kimin ne söylediğini öğrenmeye çabalamaksızın, Küba halkının isteklerini her an
gözönüne alarak ilerledi ve birdenbire, halka mutluluk getirdiğini (ya da bu
mutluluğu gerçekleştirmek üzere olduğunu) ayrıca, dost-düşman herkesin meraklı
bakışlarının, tüm kıtanın umut dolu, tekel krallarınınsa öfke dolu bakışlarının
adanın üzerine çevrildiğini farketti.
Bütün bunlar, bugünden yarına
gerçekleştirilebilecek şeyler değildir. İzin verirseniz, size, güncel devrimci
düşüncenin nasıl doğduğu konusunda dinamik bir düşünce kazandıracak ve benzeri
koşullarda başka halklara fayda sağlayacak olan kendi deneyiminden sözedeyim.
Gerçekte bugünkü Küba devrimi, zaferden sonra bile, dünkü Küba devrimine
benzemez. Dibi su alan bir gemiyle Sierra Maestra'ya varmak için Meksika
Körfezi'nin tehlikeli bölgelerini aşmak üzere denize açılan, seksen iki gençle
bugünkü Küba'nın temsilcileri arasındaki uzaklık yıllarla ölçülemez, en azından,
yirmi dört saatlik günlerle, altmış dakikalık saatlerle hesaplanamaz. Küba
Hükümeti'nin bütün üyeleri, yaş bakımından da, karakter bakımından da, coşku
bakımından da gençtiler , ama deneyimin olağanüstü üniversitesinde, ve halkla,
onun ihtiyaçları ve özlemleriyle kurdukları canlı bağlar sayesinde
olgunlaşmışlardı. Hepimiz de, günün birinde Küba topraklarının herhangi bir
parçasına varmayı, bağırışlar ve kahramanca eylemler, ölümler ve gösteriler
arasında iktidarı almayı, diktatör Batista'yı yurttan kovmayı istemiştik. Tüm
dünyanın en büyük sömürgeci gücünün desteğindeki katiller ordusunca desteklenen
bir hükümeti yenmenin hiç de kolay olmadığını tarih bize öğretti.
Böylece, tüm görüşlerimiz yavaş yavaş değişti.
Biz, kent çocukları, köylüye, onun bağımsızlık isteğine ve dürüstlüğüne saygı
duymayı öğrendik; yüzyıllardan beridir elinden koparılıp alınan toprağına
duyduğu özlemi haklı bulmayı, dağların binlerce patikasında dolaşarak edindiği
deneyimine değer vermeyi öğrendik. Köylüler de bizden, elinde tüfek tutan ve
yanında kaç tane tüfekli adam bulunursa bulunsun, birinin üzerine ateş etmeye
hazır bir adamın değerini öğrendiler.
Köylüler bize bilgeliklerini öğrettiler,
bizse onlara isyancılığımızı öğrettik. O gün bu gündür, Küba köylüleriyle Küba
Direniş Güçleri, bugün Küba Devrimci Hükümeti'nin de beraberliğinde, yekvücut
olmuşlardır .
Devrim gelişti, diktatörlüğe bağlı birlikleri
Sierra Maestra'nın dik yamaçlarından püskürttük. Sonra yeni Küba gerçeğiyle
karşı karşıya geldik: Tarım işçisinin olsun, sanayi emekçisinin olsun, işçinin,
emekçinin de bize öğreteceği birşeyler vardı, biz de ona, belirli bir anda
isabetli bir atışın, en güçlü ve en olumlu barışçı gösterilerden daha güçlü ve
daha olumlu olduğunu öğrettik. Örgütlenmenin değerini öğrendik ve isyanın
değerini öğrettik; bu birleşmeden, tüm Küba toprakları üzerinde örgütlü
ayaklanma doğdu.
Aradan çok zaman geçmişti, artık kimisi
savaşçı, kimisi sivil halktan suçsuz insanlar olan pek çok şehit zafer yolunu
belirliyordu. Emperyalist güçler, Sierra Maestra tepelerinde bulunanların
yalnızca bir eşkıya grubu, yalnızca iktidara geçmek isteyen bir takım hırslı
kimseler olmadığını anlamaya başladılar. Bombalarını, mermilerini, uçaklarını,
tanklarını diktatörlüğe cömertçe verip bu öncüyle son bir kez yeniden Sierra
Maestra'ya tırmanmayı denediler.
Zaman geçmiş ve Direniş Güçlerimizin yürüyüş
kolları Küba'nın başka yerlerini işgal etmeye gitmişti. "Frank Pais" adını
taşıyan İkinci Doğu Cephesi, Komutan Raul Castro'nun komutanlığı altında
oluşmuştu bile. Tüm bu avantajlara, kamuoyu karşısında sahip olduğumuz güce ve
tüm dünya basınında, dış haberler sayfalarında bize ayrılan sütunlara karşın
rejimin onbin asker görevlendirdiği, her çeşit ölüm aracını devreye soktuğu son
saldırıya karşı koymak için Küba devriminin yalnız ve yalnız ikiyüz tüfeği vardı,
ikiyüz kişi değil de, ikiyüz tüfek. Bu ikiyüz tüfeğin herbirinin öyküsü,
özveriyle ve kanla yazılmış birer destandır, çünkü bu silahların herbiri,
emperyalizmin tüfekleriyken şehitlerimizin kanı ve inancıyla onurlandırılmış,
halkın silahlarına dönüştürülmüştü. Ordunun "kuşatma ve yoketme" adını verdiği
büyük saldırının son aşaması işte böyle başladı.
Tüm Latin Amerika kıtasının öğrencileri,
burada marksizmi uyguluyorsak nedeni budur, marksizmi burada keşfetmemizdir.
Askeri birlikler geri çekildiğinde, onlara binlerce kayıp, bizim toplam savaşçı
güçlerimizin beş katı kadar kayıp verdirttikten, altıyüzden fazla silah ele
geçirdikten sonra, elimize, rastlantı eseri olarak, Mao Tse-tung'un küçük bir
broşürü geçti... Çin'deki devrimci savaşın stratejik sorunlarını inceleyen bu
küçük broşürde, diktatör Çan Kay-şek'in halk güçlerine karşı buradaki gibi "kuşatma
ve yoketme" diye adlandırdığı saldırısı anlatılıyordu. Dünyanın iki ucundaki iki
diktatörün saldırı harekâtlarına verdikleri adlar aynı olmakla kalmıyor, halk
güçlerini yoketmeyi denemek için bu iki diktatörün giriştiği saldırıların biçimi
bile birbirine benziyordu. Halk güçlerine gelince, gerilla savaşı strateji ve
taktiklerini anlatan el kitaplarını okumadıkları halde, dünyanın öbür ucunda
öngörülen yöntemleri benimsemişlerdi. Gerçekten de, bir deneyim ortaya
atıldığında, bundan kim olursa olsun herkes yararlanabilir, fakat daha önce
yaşanmış olan deneyim zorunlu olarak bilinmeden de tekrarına başka yerde
rastlanabilir.
Çinli savaş birliklerinin, ülkelerinde yirmi
yıl boyunca sürdürdükleri mücadelenin kazandırdığı tüm deneyimi bilmiyorduk, ama
burada, ülkemizde, düşmanımızı tanıyor ve kullanmasını bilen için çok değerli
olan, insanın omuzları üzerinde taşıdığı bir şeyden faydalanıyorduk: Kısacası,
düşmanımızı yenmek için kafamızı kullanıyorduk. Böylelikle bozguna uğrattık
düşmanı.
Sonra, batıya doğru yürüyüş başladı.
Haberleşme bağlantıları kesildi, ardından da diktatörlüğün kimsenin beklemediği
anda, büyük bir gürültüyle çöküşü geldi. Arkasından da 1 Ocak. Ve devrim, bir
kez daha, okuduklarını hatırına getirmeksizin, ne yapması gerektiğini halkın
ağzından öğrendi: Herşeyden önce suçluların cezalandırılması kararlaştırıldı ve
cezalandırıldılar .
Sömürgeci güçler derhal bu cezalandırma
eylemlerini cinayet diye nitelendirip, emperyalistlerin her zaman yaptığı gibi
bölücülük tohumları ekmeye çalıştılar. "Burada cinayet işleyen, katil
komünistler vardı, oysa ki Fidel Castro adındaki suçsuz yurtseverin bu olaylarla
hiçbir ilgisi yoktu, o kurtarılmalıydı." Sahte bahane ve kanıtlarla, aynı dava
uğruna mücadele etmiş insanları bölmeye çabalıyorlardı. Bir süre bunu
başardıklarına inandılar. Ama, günün birinde, reform yasasının akıllı uslu
hükümet danışmanlarının önerdiği biçimden çok daha ciddi, çok daha köklü
olduğunu farkettiler. Söz açılmışken, bu danışmanların, Diario de La Marina'daki
Pepin Rivero ve Prensa Libre'deki Medrano'nun, bugün Miami'de, ya da Amerika
Birleşik Devletleri'nin bir başka köşesinde yaşadığını belirtelim. Hatta
hükümetimin başında "Bu tür işlerde ılımlı hareket etmek gerekir" diyerek, çok
ılımlı davranmayı öneren bir başbakan bile vardı.
"Ilımlılık" da sömürgecilik ajanlarının
kullanmayı sevdiği kelimelerden biridir. Korkanlar ya da herhangi bir biçimde
ihanet etmeyi düşünenler hep ılımlıdır. Halk ise, kesinlikle, hiçbir zaman
ılımlı değildir .
Bu baylar, kırsal bölgelerde, üzerinde yabani
otlar yetişen toprakların köylülere dağıtılmasını, köylülerin bu yabani otları
ayıklamasını öneriyorlardı; köylüler bataklıklarda, ya da latifundiya[2]
sahiplerinin açgözlülüğünden kurtulan birkaç parça devlet toprağı üzerinde
yaşayabilirlerdi; ama latifundiya sahiplerinin toprağına el sürmek,
işlenebileceğini onların akıllarının almadığı bir günahtı. Fakat, buna rağmen,
bu da yapıldı.
O dönemde, 900 caballeria'dan fazla toprağı
olmadığı için Devrimci Hükümetle hiçbir sorunu olmadığını söyleyen bir bayla
konuşmuştum. 900 caballeria onbin hektardan fazla eder. Elbette, bu bayın
sonradan devrimci hükümetle bir takım sorunları oldu, topraklarına el konup
küçük köylüye dağıtıldı. Ayrıca, tarım işçisinin ücret karşılığında ortaklaşa
işlemeye alıştığı topraklar üzerinde kooperatifler kuruldu.
Burada, Küba Devriminin incelenmesi gereken
bir özelliğiyle karşılaşıyoruz. Bu devrim, feodal olmayan toplumsal mülkiyet
biçimlerine ulaşmayı hedef alarak, Amerika kıtasında ilk tarım reformunu
gerçekleştirdi. Gerçi tütünde ve kahvede feodal kalıntılar hâlâ sürüp gidiyordu,
bu nedenle bu tarım dalları, küçük toprak parçaları üzerinde yaşayan ve bu
toprağa sahip olmak isteyen küçük üreticiye devredildi. Fakat, şeker kamışı,
pirinç, hatta sürü hayvanları, Küba'da sömürüldüğü için, tüm topraklara
ortaklaşa sahibolan işçiler tarafından ortaklaşa üretilmeye başlandı. Bu
emekçilerin bir karış bile toprağı yoktur, bunların kurduğu büyük ortaklığa
kooperatif denir. Bu önlemler, tarım reformumuzu hızla kökleştirmemizi sağladı.
İçinizden her biri, burada, Latin Amerika'da hiçbir devrimci hükümetin, ilk iş
olarak tarım reformunu gerçekleştirmezse kendini devrimci hükümet diye
adlandıramayacağını bilmelidir. Sınırlı bir tarım reformu uygulayacağını
açıklayan herhangi bir hükümet, devrimci hükümet olamaz. Devrimci hükümet, tarım
reformu yaparken, köylüye sadece fazlalık toprakları vermekle kalmaz, asıl
fazlalık olmayanları, latifundiya sahiplerinin elindeki en iyi, en verimli,
zaten, eskiden köylüden çalınmış olan toprakları yine köylüye devredip toprak
mülkiyeti düzenini kökünden değiştiren bir yöntem uygular .
Tarım reformu işte budur, tüm devrimci
hükümetler bu hareket noktasından yola çıkmalıdır. Tarım reformu temeli üzerinde
çok daha karmaşık olan sanayileşme savaşı başlar. Artık, çok çapraşık olaylara
karşı mücadele yürütmek zorunluluğu kendini göstermiştir, küçük ulusların dostu
çok büyük güçler olmasa kolayca batabiliriz bu çarpışmalarda. Şu sıralar, Küba
gibi hiç de ılımlı olmayan devrimci ülkeler, Sovyetler Birliği ve Halk Çin'inin
onlarla dost olup olmadığını kendi kendilerine sorabilirler. Bu soru karşısında
ılımlı davranmayıp, Sovyetler Birliği'nin, Çin'in ve tüm sosyalist ülkelerin,
sömürge, yarı-sömürge ve kurtulmuş ülkeler gibi dostumuz olduğunu var gücümüzle
tekrarlamalıyız. Latin Amerika devriminin gerçekleştirilmesi ancak bu dostluğu
temel alabilir. Gerçekten de, Sovyetler Birliği bize petrol verip şekerimizi
almayacak olsaydı, karşılaştığımız ekonomik güçlere katlanmak için halkımızın
tüm gücü, tüm inancı ve tüm özverisi gerekecekti. Bunun ardından da "Kuzey-Amerika
demokrasisi"nin aldığı önlemlerin, tüm Küba halkının yaşam düzeyi üzerinde
verdiği sonuçlardan kuvvet kazanan bölücü güçler işbaşına geçecekti. Bazı Latin
Amerika hükümetleri hâlâ, bize darbe indirmek isteyenlerin ayaklarını öpmemizi,
bizi savunmaya çalışanların yüzüne tükürmemizi öneriyor. Cevap olarak, XX. yy'da
aşağılanmayı öğütleyen böylelerine, önce, Küba'nın kimsenin önünde
eğilmeyeceğini ve daha sonra da, bu hükümetlerin zayıflıklarını deneyimiyle
bilen Küba'nın, bu ülkelere tüm hainlerini kurşuna dizmelerini ve tüm
tekellerini devletleştirmelerini önermeyi hiçbir zaman aklından geçirmediğini
söyleyebiliriz.
Küba halkı, içinden çıkan katileri kurşuna
dizmiş, diktatörlüğün ordusunu dağıtmıştır. Ama, tutup hiçbir Latin Amerika
hükümetine aynı şeyi siz de yapın dememiştir. Oysaki, Küba bu ülkelerin tümünde
katiller olduğunu iyi bilir. Dost bir ülkede, kendi hareketimizin üyesi
Kübalıları katleden eski diktatörlük kalıntısı hafiye bozuntularından sözetmeye
bile değmez...[3]
Militanlarımızın katilinin idamını istemedik,
ama, burada olsaydı öldürülürdü... Büyük sömürücümüzle ittifak kurmamız
gerektiği artık tekrarlanıp durmasın bize. Çünkü bu, bir Latin Amerika
hükümetinin söyleyebileceği en alçakça, en alçaltıcı yalandır. Küba devrimini
yapan bizler, tüm Küba halkı, dostlarımıza dost, düşmanlarımıza düşman deriz. Bu
ikisinin ortası olmaz. Bizler, Küba halkı, dünyanın başka hiçbir halkına,
örneğin Uluslararası Para Fonu'na karşı nasıl tavır alması gerektiğini
öğretmiyoruz, bize de gelip öğüt vermelerini hoş görmüyoruz.
Yapılması gerekeni biliyoruz, bunu yapmak
istiyorlarsa çok güzel, istemiyorlarsa kendileri bilir. Ama, öğüt kabul
etmiyoruz, çünkü biz son ana kadar yalnızdık. Kapitalist dünyanın en büyük
gücünün doğrudan saldırısını ayakta beklerken, kimseden yardım istemedik. Biz ve
halkımız, ayaklanmamızın sonuçlarına katlanmaya hazırdık.
Bu nedenle, bugün, dünyanın dört bir
bucağından kardeşlerimizin toplandığı tüm kongrelerde, tüm kurullarda alnımız ak,
başımız dik konuşabiliyoruz. Küba Devrimi konuştuğunda yanılabilir, ama asla
yalan söylemez. Konuşmak durumunda olduğu tüm kürsülerde, Küba Devrimi,
toprağının evlatlarının gerçeğini dile getirir, dostlarının da, düşmanlarının da
karşısında, herzaman bu gerçekten sözeder. Asla taş atmak için saklanmaz, asla
kadifeler içinde hançer gizleyen önerilerde bulunmaz.
Böyle olduğumuz için bize saldıran çok, ama
Latin Amerika halklarının her birine ne olabileceklerini gösterdiğimiz için daha
da çok saldırıya uğruyoruz. Bu durum, emperyalizm için Küba'nın nikel
madenlerinden, şeker fabrikalarından, Venezüella'nın petrolünden, Meksika'nın
pamuğundan, Şili'nin bakırından, Arjantin'in kesimlik hayvanlarından,
Paraguay'ın matesinden, Brezilya'nın kahvesinden daha önemlidir, tekelleri
besleyen bu hammaddelerin tümünün önemi de çok büyüktür halbuki.
Emperyalistler yolumuzun üzerine ellerinden
geldiğince engel koymaktan çekinmezler. Kendi elleriyle engel koymayı
başaramadıkları zaman, ne yazık ki, Latin Amerika'da bu işe aday olanlar ortaya
çıkar... İsimlerinin önemi yok, kimseyi suçlamak istemiyoruz. Burada,
Cumhurbaşkanı Betancourt'un yurttaşlarımızın ölümünden sorumlu olduğunu
söyleyemeyiz, o sadece, kendine demokratik diyen bir düzenin tutsağıdır. Bu
demokratik rejim, Amerika için bir başka örnek olabilecekken, idam mangasını
zamanında kullanamamak gibi büyük bir beceriksizlik yapmıştır. Bugün Venezüella
demokratik hükümeti, Latin Amerika'nın büyük bir kısmında görüldüğü ve eskiden
Küba' da olduğu gibi, eski hafiyelerin elinde tutsaktır .
Cumhurbaşkanı Betancourt'u cinayetle
suçlayamayız, burada yalnızca, devrimci tarihimizin ve devrimci inancımızın
desteğinde, bir gün, halkı tarafından seçilen Cumhurbaşkanı Betancourt kendini
artık bir adım atamayacak kadar tutsak hissedip kardeş bir halkın yardımını
isterse, Küba'nın, Venezüella'ya devrim alanındaki deneylerinden birini
göstermek üzere, orada hazır olacağını; Cumhurbaşkanı Betancourt'un, ölümle
sonuçlanan karışık işi başlatanın bizim diplomatımız olmadığını bilmesi
gerektiğini söyleyebiliriz. İşin ucunda Amerika Birleşik Devletleri ya da ABD
hükümeti vardı. Daha yakından bakıldığında, işi çevirenler Batista'nın
yandaşları, daha da yakından incelendiğindeyse, bu ülkede ABD hükümetinin
yedeklerini oluşturan, Batista'nın düşmanı kılığına bürünen, Batista'yı kovmak,
fakat sistemi korumak isteyen Miro'lar, Quevedo'lar, Diaz Lanz'lar, Hubert
Matos'lardı... ve Venezüella'da operasyonlara başlayan gericiliğin emrindeki
güçler. Venezüella hükümetinin daha geçenlerde, tuzağa düşürülen otomobil
olayında olduğu gibi kendi ordusu tarafından öldürülme tehlikesiyle karşı
karşıya olduğunu söylemek ne kadar acı. Bugün, Venezüella Cumhurbaşkanı kendi
baskı güçlerinin elinde tutsaktır.
Bu yüzden büyük üzüntü duyuyoruz, çünkü
Venezüella, Sierra Maestra günlerinde Küba halkına en güçlü yardımı, en güçlü
dayanışmayı sağlamıştı. Bu yüzden üzüntü duyuyoruz, çünkü Venezüella, bizden çok
önce, Perez Jimenez'in temsil ettiği, dünyanın en tiksinti verici gaddarlık
sisteminden kurtulmayı başarmıştı. Bu yüzden üzülüyoruz, çünkü, ilk olarak Fidel
Castro, daha sonra da Cumhurbaşkanımız Dortics, Venezüella'ya gittiğinde,
heyetimiz en büyük bağlılık gösterileriyle karşılandı.
Venezüella halkı gibi yüksek politik bilince,
büyük savaşçı inanca erişen bir halk birkaç süngüye, birkaç mermiye uzun süre
tutsak olmaz. Süngü ve mermiler el değiştirebilir, caniler kurbanlara
dönüşebilir .
Benim görevim burada bize zarar vermeye
çalışan hükümetleri sayıp dökmek, arkamızdan indirilmek istenen zavallı hançer
darbelerini bir bir anlatmak, ayaklanma ateşlerini körüklemek değil. Benim
görevim bu değil, çünkü, herşeyden önce, Küba henüz tehlikeyi atlatmadı,
dünyanın bu köşesinde emperyalist saldırıların hedefi olmaktan kurtulamadı.
Henüz hepinizin dayanışmasına ihtiyacı var. Sömürgecilerin korktuğu kesin. Onlar
da, herkes gibi füzelerden, bombalardan korkar. Yıkıcı bombaların kendi
karılarının, çocuklarının, öylesine sevgiyle oluşturdukları herşeyin üzerine
düşebileceğini bugün ilk kez gördüler. Elektronik makineleriyle hesaplara
girişip sistemin iyi olmadığı sonucuna vardılar. Ama, bu Küba demokrasisini
ortadan yoketmekten vazgeçtikleri anlamına gelmez. Tartıştıkları yöntemler
arasından, Küba Devrimine karşı en iyi saldırıyı gerçekleştirmeye hangisinin
uygun olduğunu bulup çıkarmak için yine bitmez tükenmez hesaplara giriştiler.
Önlerinde İdigoras yöntemi var, Nikaragua yöntemi, Haiti yöntemi var. Şimdi,
Saint-Domingue yöntemine de sahipler, ayrıca Florida kiralık asker yöntemi, OAS
yöntemi de var. Doğrusu, pek çok yöntemlere ve bunları geliştirmek için çok
büyük güce sahipler .
Cumhurbaşkanı Arbenz ve halkı bu deneyimden
geçti. Ne yazık ki, Guatemala'da Cumhurbaşkanı Arbenz'in eski tarz bir ordusu
vardı, halkların dayanışmasının herhangi bir saldırıyı geriletebileceğini de pek
iyi anlayamamıştı.
Gerekli anda, Küba Devrimini savunmak için,
tüm hiziplere ulusal siyasi mücadeleleri unutturan bu dayanışma, bizim en büyük
güçlerimizden biridir. Bunun bütün Latin Amerika gençliğinin de görevi olduğunu
söyleyebilirim, çünkü burada olup bitenler yeniliği içerir ve incelenmeye değer.
İyi olduğunu sizlere ben söyleyecek değilim, kendi gözlerinizle göreceksiniz.
Kötü yanları var... biliyorum; örgütlenmede
birçok eksiklerimiz var, biliyorum. Sierra'ya gitseydiniz, hepiniz de belki
bunları görecektiniz. Hâlâ "gerillacılık" var... biliyorum. Ulaşmak istediğimiz
sayıya bakarsanız korkunç teknisyen açığımız var. Ordumuzun henüz gerekli
mükemmelliğe erişmediğini, milislerin henüz bir ordu oluşturacak biçimde
örgütlenmediğini biliyorum. Ama bildiğim ve sizin de bilmenizi istediğim birşey
varsa, o da devrimin, her zaman Küba halkının iradesi hesaba katılarak yapıldığı;
her köylünün, her işçinin silahı iyi kullanamıyorsa, her yeni günden silahını
daha iyi kullanmayı öğrenmek için yararlandığıdır. Eğer şu anda, teknisyeni
Amerika Birleşik Devletleri'ne gittiğinden, makinasının karmaşık aygıtının
işleyişini anlayamıyorsa, işçimiz her gün, bunu öğrenmek için, fabrikasının daha
iyi çalışması için inceler, araştırır, çaba harcar. Köylümüz, mekanik güçlükleri
yenmek için, kooperatifinin tarlasından en iyi verimi almak için traktörünü
inceler.
Kentsel ve kırsal kesimde tüm Kübalılar, tek
bir kardeşlik duygusuyla birleşerek, kesin ve kararlı bir düşünce birliği içinde,
katıldığı her savaşta, karşılaştığı her fırsatta, özverisini, zekasının gücünü
ve açık görüşlülüğünü kanıtladığı için en mutlak bir güvenle bağlandıkları şefin
yönetiminde geleceğe doğru yol alıyorlar.
Şimdi karşımızda bulunan bu halk, yeryüzünden
silinmesi gerekse bile, ilk hedefi olacağı bir atom savaşının patlamasına neden
olsa bile, bu ada tüm üzerinde yaşayanlarla birlikte yok olsa bile, her biriniz
ülkenize döndüğünde şunları söylerse bu halk, kendini mutlu ve ödülünü almış
sayacaktır:
"İşte döndük. Sözlerimizde, henüz Küba
ormanlarının nemi seziliyor. Sierra Maestra'ya çıkıp şafağı gördük. Ruhlarımız
ve ellerimiz şafağın tohumlarıyla dolu, bunları toprağa ekmeye, meyva versinler
diye bekçilik etmeye hazırız."
O zaman, tüm kardeş Latin Amerika
ülkelerinden, tüm toprağımızdan, halkların sesi artık sonsuza kadar şu cevabı
verecektir:
"Öyle olsun, Latin Amerika'nın her karış
toprağında özgürlük fethedilsin!"
"Mersin Üniversitesi Haber Portalı"
24 Ocak 2014 Cuma
Che guevara:latin amerika gençliğine
16:53
Mersin Üniversitesi Haber Portalı