Che Guevara
Küba Devrimi'nin İdeolojisini İncelemek İçin Notlar
Devrimimiz, bazılarının, devrimci hareketin en
doğru sayılan temel ilkelerinden biriyle, Lenin'in: "Devrimci teori olmadan,
devrimci hareket olmaz," sözleriyle dile getirdiği ilkeyle çelişkili bulmaya
çalıştığı kendine özgü bir olaydır. Toplumsal bir gerçeğin anlatımı olan
devrimci teorinin, tüm sözlerden üstün olduğunu söylemek yerinde olur; yani,
tarihi gerçek doğru biçimde yorumlanır ve orada yer alan güçler uygun biçimde
kullanılırsa, teori bilenmese bile devrim yapılabilir.
Tüm devrimlerde çok çeşitli eğilimleri temsil
eden kitlelerin katılımı görülmüş, bunlar eylemde düşünce birliğine varmıştır.
Teorinin iyi bilinmesi çabayı kolaylaştırır, tehlikeli yanlışlara düşmeyi önler,
ancak bu teorinin gerçeğe uyması koşuluyla. Devrimimizin liderleri, tam
anlamıyla kuramcılar olmamakla birlikte, büyük toplumsal olayları ve bunları
yöneten yasaları biliyorlardı. Bugün tüm dünyada tartışılan tarih, toplum,
ekonomi ve devrim görüşlerinin yabancısı değillerdi. Bazı kuramsal bilgilere ve
gerçeğin iyice bilinmesine dayanarak kademeli bir gelişim süreci içinde devrim
teorisini kendileri yarattılar. Gerçeği çok iyi anlamaları, halkla yakın
ilişkileri, hedefi hiçbir zaman gözden kaçırmamaları ve devrimci pratiğin
kazandırdığı deneyim, bu liderlerin tam bir kuramsal görüş oluşturmalarında
yardımcı oldu.
Bu söylediklerim, Küba Devrimi gibi tüm
dünyayı meraklandıran bir olayın açıklanmasına giriş sayılmalıdır. Nasıl ve
niçin, teknik ve donanım bakımından kendisinden kat kat üstün bir düşman
tarafından darmadağınık edilen bir grup insan önce sağ kalmayı, sonra güçlenmeyi,
sonra savaş bölgelerinde düşmandan daha güçlü olmayı, sonra yeni savaş
bölgelerine yayılmayı ve sonunda, yine kendisinden sayıca kat kat üstün düşman
birliklerini düzenli savaş içinde bozguna uğratmayı başarmıştı? Çağdaş dünya
tarihi için ele alınıp incelenmeye değer bir konu.
Çoğu kez, teoriden gerektiği biçimde
yararlanamamış olan bizler, Küba gerçeğini, sanki onun sahipleriymişiz gibi
ortaya atacak değiliz. Yalnızca, gerçeği yorumlayabilmek için zorunlu temelleri
saptamakla yetineceğiz. Gerçekte, Küba Devrimi'nin kesinlikle farklı iki
aşamasını birbirinden ayırdetmek gerekir; 1 Ocak 1959' a kadar süren silahlı
eylem ve o tarihten sonraki politik, ekonomik ve toplumsal dönüşümler.
Bu iki aşama da kendi içinde kısımlara
ayrılır, ama biz bunları tarihi araştırmak açısından ele almayacağız. Devrimin
yöneticilerinin, halkla bağlantı halinde geliştirdikleri devrimci atılımın
evrimi bakış açısından, kendimizi gerekli konuma yerleştireceğiz.
Bu amaçla, bugünkü dünyada en çok tartışılan
terim olan marksizm karşısındaki genel tutumumuzu belirlememiz gerekmektedir.
Bize, siz marksist misiniz, evet mi, hayır mı? diye sorulsa, tutumumuz,
Newton'cu olup olmadığı sorulan bir fizikçinin, ya da Pasteur'cü olup olmadığı
öğrenilmek istenen bir biyologun göstereceği tutuma benzer. Artık üzerinde
tartışmayı gereksiz kılan apaçık gerçekler vardır. Yeni olayların yeni görüşler
getirmesinin yanı sıra, eski görüşlerin de gerçek payını koruduğu unutulmayarak,
fizikte "Newton'cu", biyolojide "Pasteur'cü" olunduğu gibi doğal biçimde "Marksist"
olunmalıdır. Örneğin, Einstein'ın görelilik kuramının, Planck'ın quantum
teorisinin yanında Newton'un buluşlarının durumu böyledir, yeni kuramlar,
İngiliz bilginine büyüklüğünden kesinlikle hiçbir şey kaybettirmez. Newton
sayesinde fizik ilerleyebilmiş, yeni uzay görüşleri geliştirilmiştir. İngiliz
bilgini bu gelişmenin gerektirdiği basamaklardan biridir.
İnsan, elbetteki, düşünür olarak, toplumsal
doktrinler araştırıcısı olarak, ya da içinde yaşadığı kapitalist sistemi bilen
biri olarak Marx'a bazı yanlışlarını gösterebilir. Örneğin biz Latin
Amerikalılar, onun Bolivar'la ilgili yorumuna, Engels ile birlikte Meksika
konusunda yaptığı incelemesine katılmayabiliriz. Marx, bu yazılarında, günümüzde
geçerliliğini yitiren bazı ırk ve ulus teorilerini kabul ettiğini belirtiyordu.
Fakat büyük adamların bulduğu parlak gerçekler, küçük yanlışlara karşın yaşar,
küçük yanlışlar, insan düşüncesinin bu devlerinin eriştiği yüce dorukların tam
anlamıyla bilincinde olsak bile, onların da insan olduğunu, yanılabileceklerini
gösterir yalnızca. Bu nedenle, marksizmin başlıca doğrularını, halkların
kültürel varlıklarının ve bilimsel bilgilerinin bir parçası sayıyor, artık
tartışılmasına gerek kalmayan tüm değerler gibi doğal olarak kabul ediyoruz.
Toplumsal ve politik bilimlerdeki ilerlemeler,
başka alanlarda da olduğu gibi, ilmikleri zincir oluşturan, biriken, birbirine
bağlanan ve sürekli mükemmelleşen uzun bir tarihsel evriminin parçasıdır.
İnsanlık tarihinin ilk çağlarında, Çin, Arap ve Hint matematik bilimleri vardı.
Bugün, matematiğin sınırı yoktur. Bilim tarihinde, bir Yunanlı Pitagoras, bir
İtalyan Galilei, bir İngiliz Newton, bir Alman Gauss, bir Rus Lobaçevski ve bir
Einstein vs. vardır. Aynı şekilde, toplumsal ve politik bilimler alanında,
Demokrit'ten başlayarak Marx'a kadar uzun bir düşünürler zinciri orijinal
araştırmalarını biriktirmiş, deney ve doktrinlerini dağ gibi yığmışlardır.
Marx'ın değeri, toplumsal düşüncede
birdenbire niteliksel bir değişme meydana getirmiş olmasından ileri gelir.
Tarihi yorumlar, dinamiğini anlar, geleceği önceden görür, böylece bilimsel
görevini yerine getirmekle de kalmayıp, ayrıca devrimci bir düşünce de ortaya
atar: Dünyayı yorumlamak yetmez, değiştirmek de gereklidir. Ancak o zaman, insan
kölelikten, çevresinin aleti olmaktan kurtulup kaderinin mimarı haline gelir. O
gün bu gündür, Marx eski düzeni korumaktan çıkar sağlayanların boy hedefi oldu.
Tıpkı köleci Atina aristokrasisinin ideologları olan Platon ve çömezleri
tarafından eserleri yakılan Demokritus gibi.
Devrimci Marx'tan başlayarak, Marx ve Engels
adlı devlere dayanan, Lenin, Stalin, Mao Tse-tung gibi, yeni Sovyet ve Çin
yöneticileri gibi büyük kişilikler sayesinde gelişim aşamalarını aşarak,
izlenecek doktrinlerin ve örneklerin tümü oluştu. Marx'ın devrimci silahı eline
almak üzere bilimi terkettiği noktada Küba Devrimi ona sahip çıkar.
Düşüncelerini revizyondan geçirmek, Marx'tan sonra gelenlere karşı çıkmak ya da
"saf" Marx'ı yaşatmak için değil, bilim adamı Marx orada tarihin dışına çıktığı,
geleceği incelediği ve önceden gördüğü için Küba Devrimi bu noktada Marx'a sahip
çıkar.
Bundan sonra devrimci Marx, tarihin bir
parçası olarak savaşa katılacaktır. Biz pratik devrimciler, mücadeleye
girişirken bilim adamı Marx'ın önceden gördüğü yasalara uyarız. Ayaklanma
yolunda, eski iktidar yapısına karşı mücadele ederken, bu yapıyı yıkmak için
halktan dayanak alırken mücadelemizin temelini bu halkın refah ve mutluluğu
üzerine kurarken bilim adamı Marx'ın öngörüşlerini doğrulamaktan başka birşey
yapmayız. Demek istediğim, marksizmin yasaları Küba Devrimi'nin gerçeklerinde
vardır -bir kez daha altını çizelim en iyisi- bu olgu, devrimin yöneticilerinin
kuramsal açıdan bu yasaları bilip bilmediğinden, uygulayıp uygulamadığından
bağımsızdır.
Küba devrimci harekelini daha iyi anlamak
için, 1 Ocak'a kadar yaşadığı aşamaları birbirinden ayırdetmek yerinde olur:
Granma çıkarması öncesi; Granma çıkarmasından, La Plala ve Arroyo del İnfierno
zaferine kadar olan tarihi dönem; bu günlerden başlayarak El Uvero ve İkinci
Gerilla Kolu'nun kurulmasına kadar geçen zaman aralığı; bundan sonra Üçüncü ve
Dördüncü gerilla kollarının oluşmasıyla ve Sierra Crisial'in işgaliyle İkinci
Cephe'nin yaratılma aşaması; başarısızlığa uğrayan Nisan Grevi; büyük saldırıya
karşı direniş; Las Villas'a doğru ilerleme ve kentin işgal edilmesi.
Gerilla savaşımızın bu dönemlerinden herbiri
ayrı bir toplumsal görüşün, Küba gerçeğinin ayrı bir değerlendirilişinin
sınırlarını belirler. Bu aşamaların temsil ettiği bu kavram ve değerlendirmeler,
devrimin askeri şeflerinin düşüncesini oluşturmuş, zamanla politik şeflere
dönüşmeye koşullandırılmalarını gerçekleştirmiştir.
Granma çıkarmasından önce, bir ölçüye kadar
çok özenelci denilebilecek bir kafa yapısı egemendi: Birçok kişi, hızlı bir halk
patlamasına körü körüne inanıyor, kendiliğinden oluşan grevlerle birleşik bir
silahlı ayaklanmayla hızla Batista iktidarının devrilebileceği düşüncesiyle
heyecanlanıyordu. Onlara göre, bunlar diktatörün düşürülmesine yetecekti. Bu
hareket, geleneksel partinin ve onun "paraya karşı onur" sloganının doğrudan
doğruya mirasçısıydı. Başka bir deyişle, yeni Küba hükümeti yönetiminin
dürüstlüğüne dayanmalıydı.
Bununla birlikte, Fidel Castro "Tarih Beni
Haklı Çıkaracaktır" da, devrimin bugün hemen hemen tümüyle eriştiği hedefleri
saptamıştır. Devrim, ekonomik alandaki mücadelenin şiddetlenmesi sayesinde, bu
hedefleri aşmış, buna paralel olarak ulusal ve uluslararası politika planlarında
kökleşme ve radikalleşmeye varmıştır.
Çıkarmanın hemen ardından, devrimci güçler
yenilgiye uğradı, neredeyse tümü dağıtıldı; sonra yine birleşip gerilla
birliklerini oluşturdular. Hayatta kalan ve savaşmaya kesinlikle kararlı olan
birkaç kişi, tüm adada kendiliğinden patlama şemasının yanlışlığını anlamışlardı.
Savaşın uzun süreceğini, köylülerin katılmasının zorunluluğunu da anlamışlardı.
İşte o sıralarda, ilk köylüler gerillacılara
katıldı. İki savaş verildi, gerçi birliklerimiz sayıca fazla değildi, fakat
kentlerden gelip gerilla çekirdeğini kuran kişilerin köylülere karşı
güvensizliğini yoketmesi açısından psikolojik önemi büyüktü. Köylüler de merkez
gerilla grubuna güveniyor, özellikle hükümetin gerilla hareketini bastırmak için
barbarca öç alma eylemlerine girişmesinden çekiniyorlardı. Bu durumda iki kesin
gerçek ortaya çıktı, birbirine bağlı olan bu gerçeklerin ikisi de çok önemliydi:
Köylüler, ordunun canavarca gaddarlığının gerilla savaşlarına son vermeye
yetmeyeceğini, hükümet askerlerinin gelip köylü evlerini yakacağını, ürünlerini
ellerinden alacağını, ailelerini öldüreceğini anlamışlar, en iyi çözümün gerilla
birliklerine sığınmak olduğunu, orada hayatlarının korunduğunu görmüşlerdi. Öte
yandan, gerillacılarsa köylülüğü kazanmanın giderek daha da zorunlu hale
geldiğini biliyorlardı. Köylü kitlelerine yürekten istedikleri birşey
vermeliydik. Köylünün en çok özlemini duyduğu şeyse topraktı.
Daha sonra, Direniş Ordumuzun giderek artan
oranda etki alanları zaptettiği göçebelik aşamasına geçildi. Ordumuz bu
bölgelerde uzun süre kalamıyordu, ama düşman ordusu da buraları yeniden ele
geçiremiyor, hatta bu yerlere giremiyordu bile. Savaşlar sürüp giderken iki ordu
kampı arasında bir çeşit belirsiz sınır çizgisi oluştu.
28 Mart 1957 belirleyici bir gündür; bir
kilometre taşıdır. İyice tahkimatlandırılmış, iyi silahlandırılmış, kısa zamanda
takviye alabilecek biçimde deniz kenarında kurulmuş, bir uçak alanına da
sahibolan El Uvero garnizonuna saldırımızın tarihidir bu. Savaşa giren güçlerin
%30 oranında kırıldığı, en kanlı çarpışmalarımızdan biri olan bu savaşın Direniş
Ordumuza getirdiği zafer durumumuzu tümüyle değiştirmişti. O günden sonra,
Direniş güçleri serbestçe hareket edebilecekleri, haberleri düşmana
sızdırmayacak bir toprak parçasına sahibolmuştu. Oradan da, hızla ve aniden
ovalara inebilecek, düşman konumlarına saldırabileceklerdi.
Kısa bir süre sonra güçlerimiz iki kısma
ayrıldı, böylece iki gerilla kolu oluştu. Sırf düşmanı yanıltmak, güçlerimizi
olduğundan büyük göstermek gibi basitçe bir gizlenme manevrası ikinciye 4. Kol
adını verdirtti. İki kol da hemen eyleme geçti. 26 Temmuz'da Estrada Palma'ya,
beş gün sonra da, yaklaşık 30 km uzaklıktaki Bueycito'ya saldırdık. Bundan sonra
daha büyük kuvvet gösterileri görüldü. Bir milim gerilemeden düşman baskı
güçlerine göğüs gerdik. Düşman askeri birliklerinin Sierra'ya tırmanma
girişimleri birçok kez başarıyla savuşturuldu, savaşan her iki yanın cepheleri
arasında içinde kimsenin bulunmadığı geniş araziler oluştu. Bu arazilerde iki
tarafın da savaşçıları zaman zaman ceza eylemlerinde bulunmak üzere yürüyüş
yapıyorlardı. Cepheler hemen hemen sabitti.
Bu sırada, gerilla birliklerimiz, bölge
köylülerinin, kentlerden gelen 26 Temmuz Hareketi üyesi bazı elemanların
katılmasıyla ek güçler kazanıyor, Gerilla Ordusunun savaş yeteneği, savaşmada
kararlılığı artıyordu. 1958 Şubatında, bazı saldırıları püskürttükten sonra Juan
Almeida'nın 3 Nolu gerilla kolu, Santiago yakınlarındaki bölgeyi işgal etmeye
gitmişti, Raul Castro'nun, birkaç ay önce ölmüş olan kahramanımız Frank Pais'in
adını taşıyan 6 Nolu hareket kolu yürüyüşe geçmişti. Martın ilk günlerinde, Raul
anayolu baştanbaşa aşmak gibi elde edilmesi zor bir başarıya erişip Mayare
tepelerine çıktı ve Frank Pais İkinci Doğu Cephesi'ni kurdu.
Direniş güçlerimizin büyüyen başarısıyla
ilgili haberler sansür engelini aşıp halka ulaşıyor, devrimci eylemler hızla
doruk noktasına tırmanıyordu. Tam bu sırada, Havana'dan tüm ulusal topraklar
üzerinde mücadelenin başlaması için devrimci genel grev önerisi geldi. Bundan
sonrada, aynı anda tüm noktalardan saldırıya geçilerek düşman kuvvetleri
yokedilecekti. Bu durumda, Direniş Ordumuzun rolü, hızlandırıcı güç ya da
hareketi başlatmak için "mahmuz" görevi yapmaktı. O dönemde, güçlerimiz
etkinliklerini arttırdılar, efsanevi gerillacı Camilo Cienfuegos'un kahramanlığı
dillere destan oldu: Büyük savaşçı, Oriente ovalarında ilk kez olmak üzere,
merkezi yönetime karşı sorumlu olarak, tam bir örgütçü zihniyetiyle dövüşüyordu.
Fakat devrimci grev uygun biçimde
örgütlenememiş, işçi birliğinin önemi yeterince hesaba katılmamış, devrimci
çalışmaların içinde bulunan işçilerin grev için elverişli anı seçmelerine izin
verilmemişti. Radyodan grev çağrısı yapılarak, yasadışı, hızlı ve ani bir
harekette bulunulmak istenmiş, saptanan gün ve saatin, halktan çok önce
Batista'nın hafiyelerince öğrenildiği düşünülememişti. Grev başarısızlığa uğradı,
pek çok değerli devrimci yurtsever acımasızca öldürüldü.
Devrim tarihimizin bu dönemiyle ilgili ilginç
bir nokta, Amerika Birleşik Devletleri tekellerinin dedikodu satıcısı Jules
Dubois'nın bile grevin başlayacağı gün ve saati önceden bildiğiydi.
O sıralarda, savaşın gidişinde en önemli
niteliksel değişimlerden biri meydana geldi: Gerilla güçleri kademe kademe
büyüyüp düzenli savaşlarla düşman ordusunu yenmedikçe zaferin kazanılamayacağı
kesin bir gerçek olarak hepimizce kabul edilmişti.
Derhal köylülükle çok sıkı bağlar kuruldu;
Direniş Ordusu ceza yasasını ve medeni yasayı kaleme aldı; adaleti geçerli kıldı,
yiyecek maddeleri dağıttı, yönettiği bölgelerde vergi topladı. Komşu bölgeler de
Direniş Ordusunun etkisinde kaldı. Düşman geniş çapta saldırılara hazırlandı,
fakat iki aylık çarpışmanın bilançosu, tümüyle morali bozulan istilacı orduya
verdirilen 1000 kayıp ve savaş kapasitemizi arttıran 600 silah oldu.
Artık düşmanın bizi yenemeyeceği
kanıtlanmıştı. Bundan böyle, Sierra Maestra tepelerine ya da Frank Pais İkinci
Oriente Cephesi makiliklerine sokulup buraları ele geçirebilecek güç Küba'da
kesinlikle yoktu. Zorba hükümetin askeri birlikleri için Oriente yolu geçilmez
olmuştu. Düşman saldırısı bozguna uğratılınca, 2 Nolu koluyla Camilo Cienfuegos
ve 8 Nolu Ciro Redondo koluyla bu satırların yazarı Camagüey bölgesini aşıp Las
Villas'a yerleşme, düşmanın haberleşme bağlantılarını kesme görevini üstlendik.
Camilo ilerlemeyi sürdürecek, kendi yürüyüş kolunun ad aldığı kahraman Antonio
Maceo'nun olağanüstü başarılı eylemini yineleyecek, doğudan batıya tüm adayı
işgal edecekti.
Bu noktada, savaş yeni özellikler gösterdi:
Güçler ilişkisi devrimin lehine dönüştü. Biri 80, diğeri 140 adamdan oluşan iki
küçük hareket kolu, binlerce askeri savaşa sokan ordu tarafından sürekli
çevrilip hırpalanarak Camagüey ovalarını aşıp Las Villas'a ulaştı. Adayı ikiye
bölme eylemi başlamıştı.
Bugün, böylesine küçük iki gerilla kolunun,
iletişim ve taşıt araçlarından, modern savaşın en basit silahlarından bile
yoksun olarak, iyi eğitimli, süper donanımlı, kendisinden kat kat üstün silahlı
birliklere karşı nasıl savaşabildiği şaşırtıcı, inanılmaz, hatta akıl almaz
gelebilir. Herşeyden önemlisi bu iki grubun belirleyici nitelikleriydi: Gerilla
savaşçısı ne denli rahatsız edici koşullar altında bulunuyorsa, doğal çevreye o
denli iyi uyum sağlar, kendini ne denli evinde hissederse rnorali, güvenlik
içinde bulunduğu duygusu o denli güçlenir. Aynı zamanda, koşullar ne olursa
olsun, gerillacı hayatını ortaya koymaya, gerekirse canını vermeye gelmiştir.
Genellikle, birey olarak bir gerillacının ölmesinin ya da sağ kalmasının savaşın
sonucu üzerinde büyük bir etkisi yoktur.
Şimdi incelemekte olduğumuz Küba örneğinde,
düşman askeri diktatörün aşağılık bir ortağıdır, Wall Street'ten başlayıp
kendisine kadar uzanan uzun zincirde, bir öncekinin kalıntısı kırıntıları
toplar. Ayrıcalıklarını savunmaya isteklidir, ancak, önem taşıdıkları ölçüde.
Ücreti ve çıkarı, bazı acılara ve bir takım tehlikelere değer, ama hayatını
vermeye hiç değmez. Eğer bu çıkarları korumak için ölmesi gerekliyse, bunlardan
vazgeçmesi, yani gerilla tehlikesi karşısında geri çekilmesi daha akıl kârıdır.
Bu iki görüşten ve bu iki ahlak anlayışından
31 Aralık 1958'de patlak veren bunalımı yaratan farkları çıkarabiliriz.
Direniş Ordusunun üstünlüğü giderek apaçık
ortaya çıkmıştı. Gerilla kolumuzun Las Villas'a varışı, 26 Temmuz Hareketi'nin
bütün diğer gruplardan daha çok sevildiğini gösterdi. Devrimci Direktuara, Las
Villas İkinci Cephesine, Sosyalist Halk Partisi ve Özgün Örgüte bağlı bazı küçük
gerilla birliklerine kıyasla daha popülerdi. Bunda, lideri Fidel Castro'nun
mıknatıs gibi çekici kişiliğinin rolü büyüktü, ama devrimci çizgimizin
dürüstlüğü de etkenlerden biriydi.
Ayaklanma böylece bitti. Fakat Sierralarda,
Oriente ve Camagüey ovalarında, Las Villas dağlarında, ovalarında ve
şehirlerinde iki yıl amansız bir savaş verdikten sonra Havana'ya dönen adamlar
ideolojik bakımdan, Las Coloradas kıyılarında karaya ayak basıp mücadelenin ilk
günlerinde harekete geçenlerle aynı değillerdi artık. Köylülere karşı
güvensizlikleri dostluğa ve köylünün niteliklerine saygıya, köy hayatı
konusundaki bilgisizlikleri, köylünün ihtiyaçlarının yakından bilinmesine
dönüşmüştü. İstatistik ve teorik uğraşları, yerini pratiğin beton sağlamlığına
bırakmıştı.
Sierra Maestra'da uygulanmaya başlanan tarım
reformunun bayrağı altında, bu adamlar emperyalizmle çarpışıyorlar. Yeni
Küba'nın bu Tarım Reformunun temeli üzerinde kurulması gerektiğini biliyorlar.
Tarım reformunun topraksızlara toprak
vereceğini, haksız yere toprak sahibi olanların elinden bunların geri
alınacağını biliyorlar. En büyük toprak sahiplerinin hükümet çevrelerinde ve ABD
yönetim kademelerinde de etkili olduklarını biliyorlar. Güçlükleri cesaretle,
cüretle, herşeyden önce halkın desteğiyle yenmeyi öğrendiler. Acıların ötesinde,
bizi bekleyen kurtarılmış geleceği şimdiden görüyorlar.
Hedeflerimizin bu son kavramına varmak için
uzun bir yolu aşmak, uzun süre evrimleşmek gerekti. Savaş cephelerinde ardı
ardına beliren değişimlere paralel olarak, gerilla örgütümüzün toplumsal
bileşiminde de farklılaşma oluşmuş, şeflerin ideolojik dönüşümü gerçekleşmişti.
Bu değişimlerin herbiri, bileşimde, güçte, ordumuzun devrimci olgunluk
derecesinde niteliksel farklılıklara yol açtı. Köylülük dayanıklığını, acıya
karşı direncini, arazi bilgisini, toprak sevgisini, tarım reformu isteğini
gerilla ordumuza aşıladı. Aydının, kim olursa olsun bu teori yaratılırken
çorbada tuzu oldu. İşçi, örgütçülüğüyle, içten gelen birleşme eğilimiyle, birlik
kurma becerisiyle katılımda bulundu. Tüm bunların üzerinde, "mahmuz"dan daha
fazla bir anlam taşıdığını artık kanıtlamış olan Direniş Güçlerimiz yeralıyordu.
Verdiğimiz ders kitleleri öylesine tutuşturmuş ve ayaklandırmıştı ki cellattan
bile korkuları kalmamıştı. Bu karşılıklı etkileşim kavramı hiç o günlerdeki
kadar kafalarımızda netleşmemişti. Bu karşılıklı etkileşimin nasıl
olgunlaştığını hissedebilmiştik, silahlı ayaklanmanın etkisini, bir insanın
kendisini savunacak başka insanlara, elinde bir silaha ve gözlerinde zafere
erişme kararlılığına sahibolduğunda kazanacağı gücü gösteriyorduk. Köylülerse
Sierra'da kurulacak tuzakları, orada yaşamak ve yenmek için, halkın kaderini
ileriye götürmek için gereken gücü, gözüpekliğin, dayanıklılığın ve fedakarlığın
dozunu gösteriyorlardı.
İşte böylece kırların terine batarak,
dağların ve bulutların ufku önünde, adamızın kızgın toprağı üzerinde, isyancı
şef ve beraberindekiler Havana'ya girdi. Tarih, halkın ayaklarıyla yeni bir
Kışlık Sarayın merdivenlerini tırmanıyordu.
"Mersin Üniversitesi Haber Portalı"
24 Ocak 2014 Cuma
Che Guevara:Küba Devrimi'nin İdeolojisini İncelemek İçin Notlar
16:50
Mersin Üniversitesi Haber Portalı